28 Şubat 2013 Perşembe

Başbakan Erdoğan yerel seçim startını veriyor




Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), 2014’te yapılacak yerel seçimler için kolları sıvadı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Haliç Kongre Merkezi’ndeki programa partililer yoğun ilgi gösterdi.AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nca düzenlenen ‘İlk Hedef 2014-Seçim Sürecini Başlatıyoruz’ isimli programa Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra, partinin üst düzey yetkilileri, milletvekilleri, ilçe belediye başkanları ve çok sayıda partili vatandaş katıldı. Seçim startının verileceği programda Başbakan salona gelmeden önce, partiyle özdeşleşen şarkılar çalındı. Şarkılarla birlikte partililer de zaman zaman coşkulu anlar yaşadı. Başbakan Erdoğan’ın salona gelmesiyle salondaki coşku daha da arttı. Alkışlarla ve sloganlarla karşılanan Başbakan ön sırada oturan milletvekili ve partinin üst düzey yetkilileri ile tek tek tokalaştı. Erdoğan’ın yerini almasının ardından program başladı.adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


Bekir Bozdağ, Siirt'te




Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, yerel seçimlerin öne alınmasını öngören teklifin oylanmasına ilişkin, "Bundan sonra Sayın Cumhurbaşkanının takdirine göre eğer TBMM'ye bir kez daha görüşülmek üzere iade ederse o zaman ne yapacağımızı parti olarak, grup olarak kendi içimizde yetkili organlarımızda değerlendirmek suretiyle bir karar vereceğiz. Şu an süreç devam ediyor." dedi. Uçakla Siirt'e gelen Bozdağ, Vali Ahmet Aydın'ı ziyaretinde yaptığı açıklamada, medeniyet tarih ve kültür merkezlerinden birisi olan Siirt'te bulunmaktan büyük bir memnuniyet duyduğunu belirterek, yarın Siirt Üniversitesi'nin 2012-2013 akademik yılının açılış törenine katılacağını söyledi. Ziyareti sırasında ilin sorunları hakkında bilgi de alacağını ifade eden Bozdağ, bu sayede çalışmaların gözden geçirilmiş olacağını kaydetti. Bir gazetecinin yerel seçimlerin öne alınmasını öngören teklifin oylanmasına ilişkin sorusu üzerine Bozdağ, yerel seçimlerin 27 Ekim 2013'te yapılmasına ilişkin anayasa değişiklik teklifinin TBMM'de görüşüldüğünü hatırlatarak, şöyle konuştu: "Oylama, anayasanın aradığı 330 kabul çoğunluğunu aştı. Ancak referandumsuz kabul çoğunluğu olan 367'ye ulaşamadı. Teklif kabul edilmiş oldu ancak 367'ye ulaşamadığı için Sayın Cumhurbaşkanı bu noktada teklifi bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade edebilir veya iade etmeyebilir. Bu tamamıyla Sayın Cumhurbaşkanı'nın takdirinde olan bir konudur. Bundan sonra ne olacağına dair herhangi bir tereddüt yoktur. Yol zaten bellidir. Anayasa'nın 175'inci maddesi orada neler yapılacağını öngörmektedir." "TİLLO İSMİNİN YENİ SÜREÇTE DEĞERLENDİRİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM" Bozdağ, Aydınlar ilçesinin adının 'Tillo' olarak değiştirilmesine yönelik teklifler ile ilgili ise bunun değerlendirmesinin yapılacağını ifade ederek, "Zaman alacaktır ama tarihe mal olmuş isimleri tarihi kimliği ile beraber korumakta fayda olduğunu her defasında ifade ediyoruz. Aydınlar da güzel bir isim ama 'Tillo' kadar kabulü henüz oluşturmamış. O nedenle 'Tillo' isminin yeni süreçte değerlendirileceğini düşünüyorum. Halkın kabulü zaten bu yönde, Siirtliler Tillo diyor, Tillolular da 'Tillo' diyor, bütün Türkiye bütün dünya 'Tillo' diyor. Herkesin Tillo dediği yere bizim Tillo dememiz kadar normal bir şey olamaz. Normalin yapılması konusunda bir süreç var. Biz bunu daha önceki zamanlarda da ifade ettik. Bu isimlerin zaman içerisinde değerlendirilmesinde fayda olduğunu her fırsatta ifade ettik. Arkadaşlarımızın teklifi bu anlamda bir fırsattır." dedi. "TÜRKİYE'NİN BÜTÜN İLLERİNDE AYNI HİZMETLER DEVAM EDİYOR" Bölgedeki bazı kamu kuruluşlarının kapatılmasına ilişkin başka bir soruya karşılık ise, daha önce bürokratik işlemlerin sona erdirilmesi ve vatandaşa daha seri hizmetlerin götürülmesi için önemli adımlar attıklarına işaret eden Bozdağ, şunları söyledi: "Buna örnek olarak Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nü kaldırdık. Onun yerine genel sekreterlik kurduk. Yerinden hizmet yapılsın, Tillo'nun bir köyüne kanalizasyon suyuna Siirtliler karar versin, onlar yapsın istedik. Başka bir adım attık, il genel meclis başkanları valilerdi. Şimdi bütün Türkiye'de bunu kaldırdık. Başlangıçta eleştiriler oldu. Ancak sonunda oturdu sistem. Gündemi kendileri oluştursun, kendi illerinin sorunlarını konuşsunlar dedik. Yetmedi, köylere hizmet götürme birlikleri oluşturduk. O birliklerin içerisinde hem muhtarlar seçimle geliyor hem de iki tane il genel meclis üyesi muhtarların seçimiyle geliyor. Sürekli seçim olsun ki buraya seçilenler biz burada daimiz, değişmeyeceğiz demesinler ve mahallindeki ihtiyaçları daha etkin daha verimli görsünler. O anlamda da adım attık. Bu da çok önemli iyileştirme sağladı. Hizmetin yerinde görülmesi var. Öte yandan Türkiye'nin diğer ihtiyaçlarını görünce diğerlerini kaldırmadık. Neden kaldırmadık- Çünkü karayolları bölge müdürlükleri veya yatırımcı kurumlar illerde tek başına yaptığınız zaman altyapı projeleri aynı teknik eleman aynı yapılar, bir sürü şeyleri var. Bunların çok tecrübeli uzmanlar tarafından yapılmasında hem Siirt'in hem Türkiye'nin yararına olan şeylerdir. Yerelleşmeyi sağlamak üzere önemli bir kısmını kaldırdık. Kalması doğru olanları bıraktık. Şu anda işleyişte bir sorun yok. Türkiye'nin her yerinde bölünmüş yollar devam ediyor. Büyük bir kısmı bitti. Şimdi ikinci aşamaya geçtik. İkinci aşamada şu bölünmüş yolları beton asfalta çeviriyoruz. Bu bölgenin bütün illerinde olduğu gibi Türkiye'nin bütün illerinde aynı hizmetler devam ediyor. 2012, 2013 ve 2014 yıllarında bölünmüş yolların tamamını beton asfalta dönüştüren adımları atıyoruz."adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


‘Büyükşehir Yasası yetki gaspı değil, yereli güçlendirmektir’




Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Büyükşehir Yasası’nın yetki gaspı değil, yereli güçlendirmek, yerele güvenmek, yerel yönetime imkan sağlamak ve yerele yetki devri olduğunu söyledi. Yıldırım, yasanın yerel yönetimlerin yetkilerini arttıran, ülke insanının üçte ikisini doğrudan ilgilendiren bir yasa olduğunu vurguladı. AK Parti Genel Merkez Yerel Yönetimler Başkanlığı tarafından düzenlenen Yerel Yönetimler 8. Bölge Toplantısı, İzmir'deki Balçova Termal Otel’de yapıldı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Merkez Yerel Yönetimler Başkanı Menderes Tevfik Türel ile Başkan Yardımcısı Mehmet Sekmen’in koordinasyonundaki toplantıya AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Bakan Yıldırım da katıldı. Ege Bölgesi’nde bulunan illerin milletvekilleri, il başkanları ve il belediye başkanları, ilçe başkanları ve ilçe belediye başkanları, belde başkanları ve belde belediye başkanları, kadın ve gençlik kolları başkanları, bölgedeki bütün il genel ve belediye meclis üyelerinin de bulunduğu toplantıya bin 500 partili katıldı. Toplantıda konuşan Bakan Yıldırım, Meclis’te Büyükşehirler Yasası görüşülürken çok hararetli tartışmalar yaşadığını söyledi. Bu yasanın Türkiye’de yetkilerin merkezden yerele doğru devredilmesinin yeni bir aşaması olduğunu belirten Yıldırım, “Ne yazık ki siyaset alanları daralanlar, siyasette söylem ve eylem üretemeyenler, insanımızın daha iyi hizmet alması için, hizmetin ayağa gidecek şekilde yaygınlaştırılması için, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için Parlamento’nun koyduğu iradeyi o kadar ileri taşıdılar ki sanki bu yasa çıkınca Türkiye eyaletlere ayrılacak, üniter yapı bozulacak ve bölücülere gün doğacak.” dedi. Yıldırım, 2004 yılında benzer bir düzenleme yapıldığını hatırlatarak, İstanbul ve Kocaeli’nde idare sınırlarının büyükşehir il sınırına getirildiğini belirtti. Bu düzenlemeyle ilgili sekiz yıllık saha tecrübelerinin olduğunu vurgulayan Yıldırım, şöyle devam etti: “Bunu görmezden geldiler. Başarı ile uygulanan bu model, belirli kriterlerle yeni şehirlerimizde de uygulanacak. Bu yasa çerçevesinde büyükşehir sayısı 16’dan 29’a çıkarılıyor. Ülke insanının üçte ikisini doğrudan ilgilendiren bir yasa. Yerel yönetimlerin yetkileri arttırılıyor. Bazı yeni ilçeler kuruluyor. Daha da önemlisi hizmet alanı il sınırlarına kadar genişletildiği için büyükşehirlerin hizmetleri köylere kadar götürülecek. Bu, köylerin lehine de bir gelişme.”'BÜYÜKŞEHİRLER GELİRLERİNİN YÜZDE 10’UNU KÖYLERE AKTARACAK'Yeni düzenlemeyle beraber büyükşehirlerin, gelirlerinin yüzde 10’unun köylere hizmet olarak aktaracağını ifade eden Bakan Yıldırım, “Bu yasayı tek tek vatandaşımıza anlatmamız lazım. Bu yasa, büyük değişiklikler getirecek. Köyler fiilen şehirleşiyor. Zaten İzmir’de köylülerin oranı yüzde 8’e kadar düşmüş. Şimdi köylerde yaşayanlar, büyükşehir belediye başkanına oy verecek ve ondan hesap soracak. İnsanın dolaşım yapısı neyse, yönetim yapısı da odur. Bu yapılan yasa ile kılcal damarlara güç veriyoruz. Oralara daha fazla kan gitmek için çaba sarf ediyoruz.” dedi.'BİZİM KÖYDE ADSL ÇEKMİYOR'Yıldırım, bakanlığının yaptığı bir çalışmayı da anlattı. Seçim çalışmalarında Erzincan’da bir köyde başından geçen olayı şöyle aktardı: “Seçim zamanı köye giderdik. Köylü yol, elektrik, su derdi. 2007 seçimlerinde Erzincan’da seçim kampanyasında bir köye gittik. Çeşmenin başında ihtiyar teyze oturuyor. Dediler ki yanındakiler, 'Teyze, bakan geldi. Ne istiyorsan söyle, ayağına geldi.' Teyze kaldırdı kafasını, baktı, 'Evladım hoşgeldin, sefalar getirdin. Allah razı olsun yolumuzu yaptınız. Sularımız akıyor. Televizyonumuzda 150 tane kanal var. Bir şeyimiz eksik, bizim köyde ADSL çekmiyor.' dedi.”‘BELDE BELEDİYELERİNİ KAPATMIYORUZ, HİZMETLERDEN DAHA FAZLA YARARLANMASINI SAĞLIYORUZ’Genel Merkez Yerel Yönetimler Başkanı Türel de geçen günlerde TBMM’de kabul edilen, Büyükşehir Belediye Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun hakkında teşkilata bilgi verdi. Türel, kanunlaşma sürecinde hiç haketmedikleri, gerçeklerle ilgisi olmayan muhalif söylemlerle karşılaştıklarını söyledi. Yasanın dört ana omurgası olduğunu kaydeden Türel, “13 yeni büyükşehir kuruluyor. Büyükşehirlerin sınırları. il mülki sınırlarına kadar genişletiyor. İl özel idareleri ve genel meclisleri kaldırılarak tek meclis altında toplanıyor. Belde belediyeleri kapatılıyor. Köyler, mahallelere dönüştürülüyor.” dedi. Muhalefetin, "Federalizm geliyor" diye yasaya itiraz ettiğini dile getiren Türel, şöyle devam etti: “Oysa belediyelerin yetkisinin arttırılmasından başka bir şey yapmıyoruz. Belde belediyelerinin kapatılması ve köylerin mahallelere dönüştürülmesi, yasanın en çok eleştirilen tarafı. Belde belediyelerini kapatmıyoruz. İlçe belediyelerinin, büyükşehir belediyesinin hizmetlerinden yaralanmasını sağlıyoruz. Muhalefet, bozuk plak gibi aynı şeylerle halkımızı korkutmaya çalışıyor. 2006 yılında Kalkınma Ajansı Yasası çıkarken yine muhalefet, "Ülkeyi eyaletlere bölüyorsunuz." demişti ancak halkımızın yararına olan her yasayı çıkardığımız gibi Kalkınma Ajansı Yasası’nı da çıkardık. Kalkınma ajansları kurulduktan iki sene sonra, ‘Siz bizim şehrimizde niye kalkınma ajansı kurmuyorsunuz?’ diye Meclis'te soru önergesi verdiler. Burada da yine aynı senaryolar oynanıyor. İki sene sonra muhalefet, 'Niye bizim şehrimizi büyükşehir yapmadınız?' diyecek.” Yasanın birçok ülkeye model olacağını savunan Menderes Türel, bir el kitabı hazırladıklarını, yasanın onaylanmasından sonra dağıtacaklarını aktardı.Bakan Günay ise Paris’te yapılan EXPO sunuyla ilgili bilgi verdi. EXPO’yu siyasi bir konu yapmamaya çalıştıklarını ifade eden Günay, “Eğer EXPO’yu alırsak, dünyanın unutmayacağı bir etkinlik yapacağız.” dedi. Ege’de neden başarısız olunduğunun sorgulanmasını da isteyen Günay, “Kimsenin giyimine kuşamına müdahale etmiyoruz ama Ege’yi almalıyız. Önümüzdeki yerel seçimlerde eşimizi dostumuzu listeye koymayalım.” diye konuştu.adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


Türk medyasından ABD seçimlerine yoğun ilgi




Dünyanın nefesini tutarak izlediği ABD’deki başkanlık seçimleri, Türk medyasındaki haberlerde zirve yaptığı belirlendi. Medya Takip Ajansı Interpress’in yaptığı araştırmaya göre, Amerika’da aylar öncesinden başlayan başkanlık seçim kampanyalarının en yoğun olduğu Ekim ayı başından bu yana ülkemiz yazılı ve görsel medyasında toplam 2 bin 650’yi aşan haberle çok yakından takip edildiği ortaya çıktı.Araştırmada, ABD’deki başkanlık seçimlerinin zirve yaptığı Ekim ayından bu yana televizyonlarda yayınlanan haber kuşaklarında gazete sayfalarından daha çok yer aldığını ortaya çıkardı. 60’ı aşkın televizyon kanalında yayınlanan sabah, öğlen, akşam ve gece haber kuşaklarında geçen 30 günü aşkın sürede toplam bin 562 adet haberin yer aldığı tespit edildi.Ulusal, bölgesel ve yerel 2 binden fazla gazete ve derginin Interpress tarafından tek tek incelenmesiyle oluşan aynı araştırma sonuçlarına göre ise, Ekim ayından başlayarak seçim sonuçlarının belli olduğu 7 Kasım tarihine kadar yazılı basında bin 108 adet haberin yer aldığı belirlendi. adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


Başkan Kocaoğlu: Benim ağzımdan duymadığınız hiçbir şeye inanmayın




İzmir'in Urla ilçesi ve bağlı köylerini ziyaret eden Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, kamuoyunda oluşan yerel seçim havası sebebiyle çeşitli kesimler tarafından çok farklı söylemler ortaya atıldığını belirterek, “Belediye başkanı olduğumda ilk gün neysem, bugün de oyum. Hiçbir değişikliğe uğramadım. Yerel seçim arifesinde herkes bir şeyler söyleyebilir. Benim ağzımdan duymadığınız hiçbir şeye inanmayın. Birçok manipülasyon yapılıyor, dikkatli olmanızı öneririm.” dedi. Başkan Kocaoğlu, hafta sonu programını Urla ve köylerine ayırdı. Kocaoğlu'na, Urla Belediye Başkanı Selçuk Karaosmanoğlu da eşlik etti. Yeni çıkan Büyükşehir Kanunu ile 2014 Mart ayından itibaren hizmet alanına girecek köyleri de programına alan Kocaoğlu, sıkıntıları tespit edebilmek ve gerekli hazırlıkları yapmak için köylülerle toplantılar düzenledi. Urla Belediyesi tarafından yaptırılan Mehmet Cağaloğlu Parkı’nın açılış törenine de katılan Kocaoğlu, dünyanın önemli metropolleri arasına giren İzmir’in, artık durdurulamayacak bir gelişme temposu içine girdiğini söyledi. Nif Dağı’ndaki köyden yarımadaya kadar bütün şehri geliştirmeyi ve insanların yaşam standartını yükseltmeyi hedeflediklerini dile getiren Kocaoğlu, yerelde kalkınma modeliyle İzmir'in en geç üç dört yıl içinde bugünkünden çok farklı bir konuma ulaşacağını söyledi. Kocaoğlu, "Biz doğru bildiğimiz yolda devam ediyoruz. Bunu başardığımız zaman İzmir doğunun en batısında, batının en doğusunda bir kent olarak, Anadolu’nun yerelde kalkınma modelini ülkenin ve dünyanın önüne koymuş olacaktır." şeklinde konuştu.adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


Türkiye ilk kez darbecileri yargılıyor




Türkiye'de, 1980 darbesini gerçekleştiren dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın yargılanmasına bugün başlanıyor. Ankara Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin tarafından hazırlanan 12 Eylül iddianamesinde, sadece 2 sanık yer alıyor. Sanıkların ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmaları talep ediliyor. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen 82 sayfalık iddianame, 1980 darbesine zemin hazırlanması ve darbe sonrası yaşananları ele alıyor. İşte 12 Eylül 1980 öncesi yaşananlar ve darbe sonrası gelişmeleri içeren 12 Eylül iddianamesinin tam metni:"…T.C.ANKARACUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI(CMK 250. MADDE İLE YETKİLİ VE GÖREVLİ)Soruşturma No : 2011/646Esas No : 2012/2İddianame No : 2012/2İ D D İ A N A M EANKARA ..... AĞIR CEZA MAHKEMESİNE(CMK 250. MADDE İLE YETKİLİ VE GÖREVLİ)DAVACI : K.H.ŞÜPHELİLER : 1- ALİ TAHSİN ŞAHİNKAYA, ŞAKİR Oğlu HAYRİYE'den olma, 11/10/1925 doğumlu, İSTANBUL ili, KADIKÖY ilçesi, CAFERAĞA köy/mahallesi, 4 cilt, 1176 aile sıra no, 4 sıra no'da nüfusa kayıtlı Kadıköy/ İSTANBUL ikamet eder. 2- AHMET KENAN EVREN, HAYRULLAH Oğlu NACİYE'den olma, 01/01/1918 doğumlu, ANKARA ili, ÇANKAYA ilçesi, NAMIKKEMAL MAH. köy/mahallesi, 62 cilt, 58 aile sıra no, 1 sıra no'da nüfusa kayıtlı Türkocağı Cad. Merkez Orduevi Yanı Korumalı Konaklar, Kemal Kayacan Apt. Daire:10 Çankaya/ ANKARA ikamet eder.VEKİLLERİ : Avukat Ömer Nihat ÖZGÜN (7067) Ankara Barosu, Avukat Haydar KANICIOĞLU (15132) Ankara BarosuSUÇ : Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs EtmekSUÇ TARİHİ : 02/01/1980 Tarihi, 12/09/1980-06/12/1983 Tarihleri ArasıSUÇ YERİ : AnkaraSEVK MADDESİ : 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146, 80, 31, 33. Maddeleri (Her İki Şüpheli Hakkında Ayrı Ayrı)DELİLLER : İddianameye eklenen müşteki beyanları, Mehmet Demir isimli kişi tarafından gönderilen 1 adet DVD, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Kanunlar ve Kararlar Başkanlığının 29/11/2011 tarihli 38483 sayılı yazısı ve ekleri, T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 27/12/2011 tarihli 4271 sayılı yazısı ve ekleri, Tanık Ahmet Uncu'nun ifade tutanağı (Kahramanmaraş Eski Belediye Başkanı), Tanık Rafet Üçelli'nin ifade tutanağı (Çorum Eski Valisi), Aksiyon Dergisinin 770. sayısı, 201552 sayılı 1980 tarihli Bayrak Harekat Direktifi başlıklı 21 sayfadan ibaret Çok Gizli ibareli belge, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli Ahmet Kenan Evren hakkında Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu tarafından hazırlanan İddianame, Şüpheliler Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya vekilleri tarafından verilen savunma dilekçesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünün 10 Haziran 2011 tarihli 64982 sayılı ekinde 05/06/1977 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde Millet Meclisi 5. dönem üyeliğine seçilen milletvekillerine ilişkin listenin bulunduğu yazı, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün temin etmiş olduğu 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile ilgili gazeteci yazar Mehmet Ali Birand tarafından hazırlanan 12 Eylül Belgeselinin bulunduğu 4 adet DVD, Şüpheli Ali Tahsin Şahinkaya'nın ifade tutanağı ve ifadeye ilişkin 2 adet mini DV kaset ve 2 adet DVD, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğünün 1 Haziran 2011 tarihli ve 5897 sayılı ekinde 13/11/1979 tarihinde göreve başlayan Bakanlar Kurulu listesi ile kabinedeki değişikliklerin yer aldığı Resmi Gazete nüshalarının ilgili bölümleri, Şüpheli Ahmet Kenan Evren'in ifade tutanağı ve ifadenin kaydına ilişkin 1 adet DVD, 12 Eylül 1980 tarihli 17103 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili bildirilere ilişkin Resmi Gazete çıktısı (Ülke yönetimine el konulduğuna ilişkin ilk bildiri olan 1 numaralı bildiri ile 2,3,4,5,6,7,8,9 numaralı bildireler ve şüpheli Kenan Evren'in basına açıklamasına ilişkin belge), 16 Ekim 1981 tarihli 17486 mükerrer sayılı, 28 Ekim 1980 tarihli 17145 sayılı, 12 Aralık 1980 tarihli 17188 mükerrer sayılı, 5 Haziran 1981 tarihli 17361 sayılı Resmi Gazetelerde yer alan 2533 sayılı, 2324 sayılı, 2325 sayılı, 2356 sayılı kanunlar, Milli Güvenlik Konseyinin 52 sayılı kararı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yayınlanan İşkence Dosyası Gözaltında ya da Cezaevinde Ölenler isimli kitap, sabıka ve nüfus kayıtları, tüm dosya kapsamıSORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ:Başsavcılığımızın yukarıda sayısı belirtilen soruşturmasında;I.BÖLÜM1.Soruşturmanın BaşlamasıBu soruşturma, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının ardından Başsavcılığımıza ve Türkiye’nin değişik yerlerindeki Cumhuriyet Başsavcılıklarına verilmiş olan şikayet dilekçeleri üzerine başlatılmıştır. Dilekçe veren müştekiler hem 12 Eylül askeri darbesi hem de bu dönemde maruz kaldıklarını belirtikleri işkence iddiaları ile ilgili suç duyurusunda bulunmuşlardır. Diğer illerdeki Cumhuriyet Başsavcılıklarına verilen şikayet dilekçeleriyle başlatılan soruşturmalar da, Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçlarıyla ilgili soruşturmaların tamamı ile işkence iddialarıyla ilgili soruşturmaların büyük bir kısmı yetkisizlik kararları verilerek Başsavcılığımıza gönderilmiştir. Başsavcılığımızda şüpheliler Ahmet Kenan EVREN, Ali Tahsin ŞAHİNKAYA, Nejat TÜMER, Sedat CELASUN ve Nurettin ERSİN hakkındaki Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçundan yürütülen soruşturma tefrik edilerek Başsavcılığımızın 2011/646 sayılı soruşturmasına kaydedilmiştir. Şüphelilere atılı bulunan suç, kamu adına kovuşturulması gereken suçlardan olduğundan, iddianameye müştekilerin adlarının yazılmasına gerek görülmemiştir. Müştekilerin işkence ve kötü muamele suçlarından dolayı ilgili dosyalarında soruşturma devam etmektedir. Yürütülen soruşturmada şüphelilerin eylemleri, demokrasi ve demokratik kurumları hedef almış olması nedeniyle öncelikle, demokrasi kavramına yer verilecek, ardından, gelinen noktada, bu günkü çağdaş anlayışa göre genel olarak benimsenen, çoğulcu demokrasi terimi üzerinde kısaca durulacaktır. Daha sonra 12 Eylül askeri darbesinde gerekçe olarak gösterilen önemli terör olaylarına yer verildikten sonra iddianamenin konusu olan şüphelilerin eylemlerine değinilecektir.2.Demokrasi Bu gün, tartışılan bir takım eksiklikleri olmasına rağmen demokrasi, yönetim şekilleri içerisinde en iyi yönetim biçimi olarak kabul edilmektedir. Demokrasinin tarihine bakıldığında yaklaşık 2500 yıl önce tartışılmaya başlandığını söylemek mümkündür. Demokrasi kavramının 2500 yıl önce Antik dönemde Yunanistan'da ortaya çıktığı kabul edilmektedir.(2,s.2,7)Arada kesintiler ve gerilemeler olmakla birlikte demokrasi kavramı tarih yolculuğunda sürekli gelişmiş ve ideal demokrasi yönetimine ulaşılmaya çalışılmıştır. Demokrasi bugün itibariyle geldiği noktada bütün kıtalara, insanlığın var olduğu her yere göreceli olarak yayılmıştır. Demokratik olmayan baskıcı rejimler birer birer yıkılarak demokrasi adına adımlar atılmaktadır. Bu durum, çoğunlukla halkın baskıları ve ayaklanmaları sonucunda yönetimleri zorlamasıyla ortaya çıkmaktadır.3.TanımDemokrasi, Latince bir deyim olup, halk anlamına gelen "demos" ile "egemenlik-iktidar" anlamına gelen "kratos" kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir. Kelime olarak demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi, halk iktidarı anlamına gelmektedir. Özgürlük, kişinin kendi kendini yönetmesi, başkası tarafından yönetilmemesi olarak değerlendirildiğinde demokrasi toplum ve kişi yönünden özgürlük anlamına gelmektedir. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi birbirini kuşatan ve tamamlayan kavramlardır. (1, s.19) Demokrasi kavramını ilk kullananların Yunanlılar olduğu ve büyük ihtimalle Atinalılar olduğu sanılmaktadır. (2, s.11)4.Çoğulcu DemokrasiDemokrasinin gelişim sürecinde birbiriyle bağdaşmayan, birbirine zıt iki ayrı demokrasi anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilkine klasik demokrasi veya çoğulcu demokrasi ya da batı demokrasisi, ikincisine ise Marksist ya da sosyalist demokrasi denilmektedir. Çoğulcu demokrasi ideal özgürlüğe yine özgürlük yolu ile ulaşmayı amaçlayan bir rejimdir. Bu rejimde özgürlük hem amaç hem de araçtır. Marksist demokrasi rejiminde ise özgürlük, bir araç değil sadece varılması gereken bir amaçtır. Bu amaca özgürlük kanalı ile değil ancak proletarya(I) diktatörlüğü(II) ile ulaşılabilir. (1, s.19) Çoğulcu demokrasiyle karıştırılmaması gereken bir de “çoğunlukçu” demokrasi vardır. Kökleri Rousseau’nun genel irade görüşüne dayanan çoğunlukçu demokrasi anlayışı, genel irade veya milli irade diye adlandırılan çoğunluk iradesinin daima kamu iyiliğine yöneldiği, çünkü çoğunluğun çıkarlarıyla toplumun genel çıkarlarının hiçbir zaman çatışmayacağı noktasından hareket etmektedir. Rousseau’nun anlatımıyla genel irade “yanılmaz” niteliktedir. (7, s.34) Buna karşılık çoğulcu demokrasi anlayışı, demokrasiyi mutlak ve sınırsız bir çoğunluk idaresi olarak kabul etmez. Aritmetik bir çoğunluğun daima kamu iyiliğine yöneleceği, ispatlanma imkanı olmayan bir iddiadır. Demokrasi elbette çoğunluğun yönetimi ilkesine dayanmakla birlikte, bunu azınlığın temel haklarıyla bağdaştıran bir yönetim biçimidir. Kamunun iyiliği, toplum içindeki çeşitli grupların bulunmasından ve bunlar arasındaki özgür tartışma ve pazarlıklardan ortaya çıkar. Buna göre çoğunluk iradesini sınırlayan tedbirler ve kurumlar demokrasinin özüne aykırı değil, uygundur.(7, s.34) Demokrasi, bir salt çoğunluk yönetimi olarak görülse bile, yine de demokratik bir rejimde azınlık haklarının çoğunluğa karışı korunması ilkesinden vazgeçilemez. Çünkü toplum iradesinin gerçek manada ortaya çıkabilmesi için çeşitli görüşlerin özgür biçimde ifade edilebilmesi ve tartışılabilmesi gerekir. Ancak kamuoyunun böyle serbestçe oluşabildiği bir toplumda, çoğunluk iradesi özgür olarak ortaya çıkabilir. Bu da, azınlıkların haklarının korunmasını zorunlu kılar. Aksi halde belli bir andaki çoğunluğun görüşü her zaman egemen kılınmış ve bugünkü azınlığın yarınki çoğunluk haline gelmesi imkanı ortadan kaldırılmış olur. Azınlıkların temel haklarının tanınıp teminat altına alınmadığı bir rejimde, yöneticileri seçme özgürlüğü de büyük anlam taşımaz. Çünkü serbest şekilde oluşamayan kamuoyu bu özgürlükten de gerektiği gibi yararlanamaz.(7, s.34) Çoğulcu ve çoğunlukçu demokrasi anlayışı açısından bir değerlendirme yapıldığında, 1924 Anayasasının çoğunlukçu demokrasiyi, 1961 ve 1982 Anayasalarının ise çoğulcu demokrasi anlayışını hakim kılmak istediği anlaşılmaktadır. 1924 Anayasasında kanunların Anayasaya aykırılığı denetimsiz bırakılmış, dolayısıyla azınlık hakları güvencesiz kalmıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarında ise kanunların anayasaya aykırılığının denetimi, sistem içerisinde yer alan Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Bu şekilde azınlığın hakları güvence altına alınmıştır. 1924 Anayasası demokratik sistemi benimsemiş olmasına, hatta Anayasada yer alan “Egemenlik kayıtsız Milletindir. Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız O kullanır” şeklindeki düzenlemeye rağmen uygulamada, ülkede çok partili seçimler ilk kez 1946 yılında yapılabilmiştir. 1961 Anayasası ile getirilen sistemde ise, çoğulcu demokrasi rejimi benimsenmiş olmasına rağmen, siyaset kurumu ve siyasetçiye belli güvensizlik ortaya koyan ve çoğunluk iktidarını bazı bürokratik mekanizmalarla denetlemeyi ve sınırlamayı amaçlayan vesayetçi düzenlemeler bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi; 1960 askeri darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesinin 13 Aralık 1960 tarihindeki başkan ve üyelerinin (23 kişi) “yaş kaydı gözetilmeksizin” yani ömür boyu, Cumhuriyet Senatosunun doğal üyesi olmasıdır. Ayrıca Senatoya Cumhurbaşkanına 15 üye seçme hakkı verilmesiyle seçimsiz olarak göreve gelen 38 üye, 150 kişilik seçimli üye karşısında ciddi bir ağırlık meydana getirmekteydi. İkincisi; 1961 Anayasası bir askeri müdahale ürünü oluşu nedeniyle askeri otoritenin, sivil otorite karşısındaki konumunu güçlendirecek düzenlemeler getirmiştir. Bunlardan en önemlisi 1924 Anayasasında bulunmayan Milli Güvenlik Kurulunun, bir Anayasal organ olarak kurulmuş olmasıdır. Kurul, görünüşte istişari bir nitelik taşımakla birlikte, gerek dönemin siyasi konjektörü, gerek uygulamada, milli güvenlik kavramının çok geniş yorumlanması sonucu kurula Anayasa metnindeki düzenlemeden çok daha büyük güç kazandırmıştır. 1961 Anayasasında Askeri bürokrasinin, sivil otorite karşısındaki durumunu güçlendiren bir başka düzenlemesi de 1924 Anayasası döneminde Milli Savunma Bakanlığına karşı sorumlu olan Genelkurmay Başkanının, Başbakana karşı sorumlu kılınmış olmasıdır. Bu dönemde seçilen üç Cumhurbaşkanının (Cemal GÜRSEL, Cevdet SUNAY, Fahri KORUTÜRK) siyaset dışı ve asker kökenli oluşu tamamen bir tesadüf eseri olarak değerlendirilemez.(7, s.45) Elbette ki bunlar, askeri bürokrasinin siyaset üzerinde ne kadar etkili olduğunun bir göstergesidir. ***Yakın tarihimizde sivil otorite karşısında konumunu güçlendiren askeri bürokrasi ve askeri bürokrasiyle koalisyon yapan elitler, yönetim konusunda halkın doğru karar veremeyeceğini, doğru kararı onlar adına ancak kendilerinin verebilecekleri iddiasıyla, demokrasi adına ilan edilen meşrutiyetten günümüze halkı yönetime ortak etmeme düşüncesini kararlılıkla devam ettirmişlerdir. Bu şekilde “halka rağmen halk için demokrasi” düşüncesi egemen kılınmıştır. Gerek 1961 Anayasasında gerekse 12 Eylül 1980 asker darbesinden sonra yürürlüğe konulan 1982 Anayasasında, egemenlik hakkının millete ve onun temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisine tek başına verilmediği, onun yanında seçimle işbaşına gelmemiş kişi ve kurumlara egemenliğin paylaştırıldığı görülmektedir. Her iki Anayasa da egemenliğin, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılacağı ibaresine yer verilmiştir. Bu durum, mevcut sistemimizde tam demokrasinin halen içselleştirilemediğini, gücünü milletten almayan, seçimle işbaşına gelmemiş bürokrasinin bir şekilde ipleri elinde tutmak istediğinin göstergesidir. Bu kesimler şeklen demokrat görünmekle birlikte, işler kendilerinin veya ideolojisine hizmet etmiş oldukları güç odaklarının istediği gibi gitmediği takdirde demokratik yönetime müdahale yollarını aramaya başlarlar. Bunun içinde sürekli sistemde kendilerine bu imkanı sağlayacak boşluklar bulunmasını arzu ederler. İstedikleri ortama demokrasi dışı yollarla ulaşmak gerekiyorsa derhal o oluşum ve çalışmaların yanında yer alırlar. Demokrasi tarihimize bakıldığında, devletin kutsal ve dokunulmaz kabul edildiği tarihi geleneğimiz içerisinde devlet toplumdan soyutlanarak, adeta sanal varlık olarak görülüp güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçeler ileri sürülüp özgürlüklerin ve hakların heba edildiği anlayışlar dayatılmaya devam edilegelmiştir. Güvenlik ve kamu düzeni, devletin bekası tabiî ki önemli ve vazgeçilmez hususlardır. Yanlış olan, bunlar yönünden bir tehlike yokken bilerek ya da bilmeyerek sanal bir tehlike paranoyası içerisinde özgürlükleri kısıtlamak ve ortadan kaldırmaktır. Demokratik bir devlet anlayışında olması gereken “Devlet toplum içindir.” özdeyişi tersine çevrilerek “Toplum devlet içindir” anlayışı hakim kılınmıştır. Adeta bireylerin özgürlükleri, en temel ve vazgeçilmez hakları sanal ve dokunulmaz bir devlet anlayışına feda edilmiştir. Oysa toplumunun ve bunu oluşturan bireylerin mutluğunu sağlayamayan devlet ne kadar güçlü olursa olsun, güvenliği ne kadar yüksek olursa olsun yıkılmaya, değişmeye mahkum devletlerdir. Bunun en güzel örneği Başta Rusya olmak üzere “Demirperde” ülkeleri dediğimiz ülkelerdir. Amerika ile birlikte dünyanın iki süper gücünden biri olan S.S.C.B halkına yaptığı baskı ve mezalim karşısında daha fazla dayanamamış, dağılarak, bir çok yeni devlet kurulmuştur. Şu anda Rusya olarak dünyanın ve ortak aklın kabul ettiği liberal ekonomi ve özgürlükler anlayışını kabul ederek yeniden süper güç olma yolunda ilerlemektedir. Son yıllarda Avrupa Birliği ile bütünleşme çabaları yolunda, kişi özgürlüğü ve hakları ile ilgili atılan adımlar ve yapılan yasal düzenlemelerle süreç, demokrasi lehine değişmeye başlamıştır. İngiliz tarihçi ve siyasetçi Lord Acton, demokrasi düşüncesini “Gerçek demokratik ilke, hiç kimsenin halkın üzerinde bir güce sahip olmaması demektir.” (14) şeklinde ifade etmiştir. İdeal bir demokratik rejimde, hastalık veya arizi nedenlerle kendi çıkarlarının ne olduğuna karar veremeyecek olan istisnai yetişkinler ile çocuklar dışında diğer yetişkinlerin yönetim konusunda, neyin iyi ve çıkarlarına uygun olduğuna kendilerinin karar vermesi gerekir. Bir kişiye ya da zümreye süresiz ve sınırsız yönetme yetkisi verilemez. Ya da bu sonucu doğuracak yasal düzenlemeler yapılmamalıdır. Bizimde katıldığımız düşünceye göre, "Hiçbir yetişkin, yönetim açısından, diğerlerine kıyasla bir devletin yönetimi üzerindeki tam ve nihai yetkiyle donatılacak kadar ehil değildir."(2, s.79) II.BÖLÜM1.12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Öncesi Meydana Gelen Önemli Terör Olayları1970’li yıllar, toplumda güçlü ideolojik akımların yaygın olarak boy gösterdiği bir süreçti. Bireylerde kendilerini bir yere bağlı hissetme duygusu olan aidiyet düşüncesi ön plandaydı. Toplumda yasal olarak örgütlenen sivil toplum kuruluşları, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok siyasi ve ideolojik amaçlarını ön plana çıkarmışlardı. Özellikle bireylere eşit hizmet sunması gereken devlet memurları arasındaki siyasal ve ideolojik örgütlenmeler toplumun kamplara bölünmesine yol açtı. Bu anlamda, çalışan sayısı bakımından büyük kitleler oluşturan öğretmenler ve polisler arasındaki örgütlenmeler toplumda büyük huzursuzluk oluşturuyordu. Sağcı polisler POL-BİR, solcu polisler POL-DER adı altında, sağcı öğretmenler ÜLKÜ-BİR, solcu öğretmenler TÖB-DER çatısı altında örgütlenmişti.Diğer meslek gruplarında da benzeri karşıt görüşlü örgütlenmeler oluşturulmuştu. Toplumdaki bu ideolojik bölünmelere ek olarak, ülkede yaşanan kronikleşmiş ekonomik krizin etkisiyle yoksulluk had safhaya ulaşmış, ülke borçlarını ödeyemediğinden iflasın eşiğine gelmişti. Ülkede kaos ve kargaşa oluşturarak, darbeye zemin oluşturmak isteyen güçler, bu ekonomik ve sosyal istikrarsızlığı kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirerek tertipledikleri terör olaylarıyla ülkeyi adım adım askeri darbeye sürüklemişlerdir. 12 Eylül askeri darbesi öncesi ülkede yaşanan terör olaylarında, halkı kışkırtmak ve karşı karşıya getirmek için çoğunlukla aynı argümanların kullanılması, olaylarda herkes tarafından görülen asıl faillerin olaylardan sonra bir türlü yakalanamaması, yakalanarak yargılananların ise birbirlerine karşı kışkırtılarak çatışmaya sürüklenen kişiler olması, olaylara ya hiç müdahale etmeyen ya da geç müdahale eden güçlerinin tutum ve davranışları, bazı olaylarda bizzat güvenlik güçlerinin kullanılması, hususları gözetildiğinde, olayların, ülke yönetiminin askeri otoritenin eline geçmesini isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, şüphelilerin denetiminde bulunan askeri yönetiminse, ülkenin kaosa sürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varılmaktadır. Aşağıda ülkenin 12 Eylüle götürüldüğü süreçte yaşanan ve toplumu en çok etkileyen ve askeri darbede gerekçe olarak kullanılan terör olayları bu yönleriyle değerlendirilecektir. 1.1. 1 Mayıs 1977 Olayları1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramını kutlamak için çeşitli illerden İstanbul'a gelen yaklaşık 500.000 kişi DİSK (Devrimci İşçi Sendikası)'in düzenlemesi ve önderliğinde İstanbul Taksim Meydanını doldurdu. Katılan sayısının fazla olması nedeniyle grupların meydana girişleri uzun sürmüş, bu nedenle miting de uzamıştı. Saat 19:00 sıralarında dönemin DİSK Başkanı Kemal TÜRKLER konuşmasının sonuna geldiği sırada etraftan silah sesleri duyuldu. Sular İdaresi binasının çatısından ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan ateş nedeniyle toplanan insanlar panik halinde kaçmaya başlamış, kısa süre sonra İntercontinental Otelinin (bugünkü The Marmara Oteli) üst katlarından da ateş edilmeye başlandı. (3, s.42) İnsanlar panik halinde kaçmaya çalışırken panzerler kalabalığın arasına doğru girmiş ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu denilen tarafa gitmeye zorladı. İnsanların yöneldiği Kazancı Yokuşunun bir kamyonla tıkandığının anlaşılması üzerine aşağıya doğru kaçmaya çalışan kalabalığı korkutmak için açılan ateşle halk panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam ettiler. (3, s.42) Çıkan kargaşada 28 kişi ezilme ya da boğulma sebebiyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak hayatını kaybetti. 130 kişi de yaralanmıştı. Ölenlerin büyük çoğunluğu Kazancı Yokuşunun başında parkedilmiş kamyondan dolayı sıkışarak öldüler. Olay sonrası birçok kişi gözaltına alınmasına rağmen ateşi kimin açtığı tespit edilememiş, Sular İdaresinin çatısından ve otel odalarından ateş edenler bulunamamıştır.(3, s.43) Otelin 1 Mayıs 1977 günü müşterilere kapatıldığı belirtilmiştir.(8, s.224) 1 Mayıs 1977 tarihinde Taksim'de meydana gelen olayla ilgili dönemin DİSK Hukuk Kurulu Başkanı ve 1 Mayıs 1977 kutlamalarının Organizasyon Komitesi Başkanı Müşir Kaya CANPOLAT olayın DİSK'in en parlak döneminde önünün alınması için yapıldığını belirten anlatımında: " O sırada Sular İdaresinin bulunduğu yerden bir silah sesi duyuldu ve arkasından slah sesleri iyice gelmeye başladı ve yavaş yavaş kalabalıkta bir panikleme oldu. Artık İntercontinental Oteli ve her taraftan silah sesleri yoğunlaşmaya başlayınca kalabalıktaki panik iyice arttı. O sırada emniyet de belki paniği önlemek için panzerlerinden bir kaç tanesini harekete geçirdi. Taksim ağzına kadar dolu, o yüzden insanlar üst üste. Kazancı yokuşuna doğru insanlar üst üste olduğu için herkes kendini kurtarmak için birbirinin üzerine basarak, atlayarak geçti. Asıl ölüm olayları o paniklemeden kaynaklanan ezilmelerle meydana geldi. Dolayısıyla malesef 34 kişi can verdi. Çok yaralı oldu ve sonunda gerçekten hiç beklemediğimiz bir biçimde oraya gelen işçilerin aldığı tedbirler de bir işe yaramadı." (3, s.43) şeklinde beyanda bulundu. O dönemde 1 Mayıs Kutlamalarında Gladio'nun olay çıkartmak için örgütlendiği yönünde bilgilerin kendilerine de geldiğini belirten CANPOLAT'ın anlatımında " Dolayısıyla İntercontinental Otelinden yapılan silahlı müdahalenin öyle bir gizli örgütlenmenin ürünü olduğu kanısı bir çok arkadaşlarımızda oluştu. Ama gerek Gladio'ya bağlı gerekse Maocuların içinde yer almakla beraber yine bu Gladio ile ilişkili olanların bu işi tertip ettiği görüşündeyiz" şeklinde açıklamasına devam ettiği, 34 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs olaylarının faillerinin yakalanma şansının 12 Eylül askeri darbesiyle ortadan kalktığını belirterek şüpheli Kenan EVREN'i suçlayan CANPOLAT'ın sözlerine " Tek başına Kenan EVREN'in işi değil ama onun bu tip şeylere hevesli bir kariyerist bir tutumu vardı. Nitekim ilk çıktığı zamanlarda yaptığı işin mahiyetini hem biliyor hem bilmiyor gibi kendisini gülmekten alıkoyamıyordu, gülerek yorumluyordu. Onun oraya iten anlayışın ve onun temsilcilerinin bulunması lazım. Genelde bu hareketin esasının DİSK'e karşı olduğunu ve onu gülerek söylüyordu. O kadar net bir şekilde" şeklinde açkılamalarda bulundu.(3, s.45) Burada olayın bir kısım başka tanıkların beyanlarına yer verilecektir. (4, s.50-56) Muhittin CENKDAĞ (1 Mayıs Davası Cumhuriyet Savcısı): "Bir gün önce İntercontinental Oteli kapatılıyor. Ama resmen kapatılıyor. Uçakla bir sürü Amerikan isimli insanlar Yeşilköy'e geliyorlar. Olay gecesi kayıtlarda yok, otel kayıtlarında yok. Ama onların oraya geldikleri sabit." , "...ve onlar ateş etmeye başlıyorlar. Amaç halkı 1 Mayıs'tan soğutmak, Sosyalizme karşı uzak kalmayı sağlamak." , "Onlar Emniyetin şurda burda artık şeyi telafi etmek için, bir sanık elde edebilmek amacıyla yaptığı girişimler. Yüzde 80'i serbest bıkarıldığı ve takipsizlik kararı aldılar. Yanılmıyorsam yirmi küsur kişi ancak mahkemeye verildi. Bunun da 7-8 kişisi tutuklanmıştı. Onun üzerinde de tabanca falan bulunmalarından dolayı. Yoksa onların direkt 1 Mayıs Olaylarıyla ilgisi yoktu.", Recep ORDULU (İstanbul Mali Polis Müdürü): "O günün şartlarında herkes gergindi. Tabi çeşitli kaynaklardan, basından olaylı geçeceği, sıkıntılar olacağı gibi duyumlar alınıyordu ve tedirgin 1 Mayıs geliyordu.", "Bizim kendini bilmez ekipler. O beyaz Renault dediğimiz, Renault(tan) elini çıkarmış, şeyden havaya ateş ediyor. O arkadaşımız şimdi bir büyük ilde Emniyet Müdürüdür yani. Rütbeli, 1. Şubenin o zamanki Ekipler Amiri şahıstı.", "Bir panik yani, kimin ne yaptığı çıkmış şeyden, işte bu arada panzerlere emir verildi işte, panzer müdürü tarafından panzerler başladı şeyin etrafında dönmeye, heykelin etrafında dönmeye. Polisin orada yaptığı tek şey paniği artırıp ölü adetini artırmaktı yani, bir teskinlik şeyi görülemedi." Rıdvan BUDAK (Tekstil-İş Sendikası Başkanı): "Derhal askerlikte olduğu gibi bir uzun yatışa geçtik. Kendimizi korumaya çalıştık. İnsanlar buldukları her boşluktan kaçmaya çalıştılar." Mehmet ATAY (DİSK Örgütlenme Uzmanı): "Birden bire o silah sesleri başlayınca yanımda bir iki arkadaş da vardı, önce bir arabanın altına attığımızı hatırlıyorum ve ondan sonra da zaten akıl almaz bir silah, bir tarraka başladı. Her yerde birden." Rasim ÖZ (DİSK Avukatı): "Sular İdaresi üzerinde çelik yelekli, yelek giymiş, uzun namlulu silahlar elinde bulunan insanlar vardı. Asgari üç beş kişi vardı. Tam oradan ilk ateş başladı." Sabahat TÜRKLER (Kemal TÜRKLER'in eşi): "Gözlerimle gördüm, iki üç kişiydi, çünkü herkes o tarafa bakıyordu. Bunu gördüm.", "Panzerler altında insanlar can veriyordu. Kafa, kol kaptı böyle gidiyor. Kurşunlardan çok panzerlerin altında kaldı insanlar. Korkunç bir olaydı. Sanki bir film platosu gibiydi. Kıyma makinesi gibi adeta böyle paletlerin arasında müthiş, feci, korkunç bir olaydı." Nazım ALPMAN (Sendikacı): "Kürsüye tam karşı cepheden ateş ediliyordu. Tam karşımızda da The Marmara, o zamanki adı İntercontinental olan otel vardı. Oradan atılan kurşunların çekirdekleri, böyle leblebi gibi düşüyordu aşağıya." Çetin YETKİN (Cumhuriyet Savcısı): "1 Mayıs 1977 olayında ben duruşmada savcıydım. İlk duruşmada soruşturmanın genişletilmesine, esas faillerin bulunmasını ve bazı kamu görevlileri de açıkça suçlu oldukları dosyadan anlaşıldığı gibi, haklarında dava açılmasını ister istemez hemen bu görevden alındım. Yani bu davanın o şekilde yürütülmesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı istemedi ve beni görevden aldı." Bülent ECEVİT (CHP Genel Başkanı): "Daha ilk günden karşımıza duvarlar çıkmaya başladı. Yani ateşi açıp, halkı paniğe kaptırıp 30'un üzerinde insanın ölümüne neden olanlar belli. Yani Emniyet onları mutlaka filmini çekmiş olmalıydı. Ona rağmen hiçbir bilgi alamadık.".Olayın Değerlendirilmesi: 1 Mayıs 1977 tarihinde meydana gelen ve 34 kişinin ölümü ile birçok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayların oluş şekli, görgü tanıklarının anlatımları, olayda gerek İntercontinental Otelinden gerekse Sular İdaresi binasının üstünden ateş edenlerin birçok kişi tarafından görülmüş olmasına rağmen güvenlik güçlerinin gerçek suçluların hiçbirisini yakalayamamış olması hususları gözetildiğinde, olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine varılmaktadır. 1.2. Postayla Gönderilen Bombalar6 Nisan 1978 tarihinde Ankara Emek Postanesinden (1 nolu delil DVD’si) Malatya Belediye Başkanı Hamit FENDOĞLU Ankara Emek Postanesinden evine gönderilen bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Halkın “Hamido” diye bildiği Belediye Başkanının evinde bombanın patlaması sonucu kendisi ile birlikte gelini ve torunu da ölmüştü. Belediye Başkanının Adalet Partili olması nedeniyle solcular tarafından öldürüldüğü düşüncesiyle halk ayaklandı. Camilerde "Din elden gidiyor" diye vaazlar verildi. Belediye hoparlöründen Kuran okundu. Camilerden çıkan halk ayaklanarak Aleviler ve solcu olarak bilinenlere ait 500 dükkan yağlamalandı. 15 ev ateşe verildi. Ayrıca paniği artırmak için içme suyuna zehir katıldığı yönünde dedikodular etrafa yayıldı. (4, s.69) Aynı tarihte provokasyonun arkasındaki gizli el tarafından, aynı postaneden Adıyaman Emniyet Müdür Muavini Abdulkadir Aksu’ya gönderilen kolideki bomba alıcıya ulaşamadığı gerekçesiyle iade edilerek, bomba uzman ekiplerce imha edilmişti. (1 nolu delil DVD’si) Bu tarihten bir gün sonra 7 Nisan 1978 tarihinde (1 nolu delil DVD’si) ise bomba bu kez solcu bir hedefe yönelmişti. Bomba Ankara’nın Çankaya postanesinden gönderildi. Fakat Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesindeki CHP'li İlçe Başkanı ve milletvekili adayı Memiş ÖZDAL(III) paketten şüphelenerek geri gönderdi. Bomba postanede hiçbir şeyden haberi olmayan postane memurunun hayatını kaybetmesine neden olmuştu. (4, s.70) Olayın Değerlendirilmesi:Burada 3 adet bombanın aynı ilden bir gün arayla farklı siyasi görüşteki kişilere gönderilmiş olması ve olayın oluşuna göre toplumda kaos oluşturmak ve darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiğini göstermektedir.1.3. 16 Mart Katliamı16 Mart 1978 günü Sol görüşlü öğrenciler İstanbul Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt Meydanına açılan kapısında dışarıya çıkarlarken öğrencilerin üzerine ateş edilmeye başlandı. Bir el bombası da öğrencilerin üzerine atıldı. Yapılan saldırıda 7 öğrenci hayatını kaybetti. 50'den fazla kişi de yaralandı. (3, s.63) Saldırı öğrencilerin korunmadığı sol taraftan yapıldı. Dönemin Cumhuriyet Savcısı Muhittin CENKDAĞ olayı: "Bunlar tertibat alıyorlar, çocuklar çıkarken nasıl bir bomba belki 100 parçaya bölünüyor. Şarapnel de değil. Mermi. Ufak ufak mermiler, bir vücuttan belki 50 tane çıkardılar. Yani Türkiye'de amatörce yapılan bir şey." şeklinde, polis memuru Yahya GERGİN ise: "Biz devamlı okulun önünde göreve geldiğimiz zamanlarda burda okulun kapısının önünde 30-40 kişilik bir polis kuvveti burda güvenliği sağlamakla mükellefti. O gün için göreve geldiğimizde 9 kişilik bizim sadece kendi grubumuz vardı. Diğer grupların polis memurlarını göremeyince okulun önünde bir gariplik olduğunu hissettik... Aşağı yukarı birkaç dakika silah sesleri ateş edildikten sonra kesildi ve biz başladık arkalarından kaçan kişileri kovalamaya. Kovalamaya başladığımız zaman bunlar 4-5 kişiydi. Biz bunları belli bir yere kadar kovaladık. Yakalayamadık. Geri geldiğimizde, biz kaçanları arkasından kovalarken arkamızdan bir tanesi, geri dönün, gitmeyin diye bağırmıştı, bunun kim olduğunu öğrenmek için sordum arkadaşlara, orada kalan arkadaşlara, bunun komiser muavini Reşat ALTAY olduğunu söylediler. Reşat ALTAY olduğunu söyledikten sonra benim garibime gitti. Çünkü daha evvel kendisi de bizimle beraber orada koruma görevini sağlayan kişilerinden, birlik amirlerinden birisiydi." şeklinde beyanda bulundular. (4, s.70-71) Olaydan uzun süre geçtikten sonra bombayı atan genç Zülküf İSOT, katliamı ailesine itiraf etti. Zülküf İSOT'un ablası Remziye AKYOL yapılan itirafı "Abla dedi. Ben sana bir şey anlatmak istiyorum dedi... 16 Mart katliamını oturdu, anlattı bana. Polis aracı ile gittiklerini, polislerin de kendilerine yardım ettiklerini, bombayı kendisine attırdıklarını... o anda insanların feryatlarını, bağırmalarını gözleri dolu dolu anlattı. Çok pişmanım dedi... Abla dedi, bir süre sonra teslim olacağım, hiç meraklanma. Bildiklerimi, bugüne kadar yaptıklarımızı, her şeyi anlatacağım." şeklinde beyan etti. (4, s.72) Zülküf İSOT yaptığı itiraftan kısa bir süre sonra öldürüldü. Katili de öldüren de kendisi gibi bir Ülkücü olan Latif AKTI'ydı. 8 sene hapis yattı. Bu konuda asıl önemli olan açıklamayı Ülkücü itirafçı Ali YURTARSLAN yaptı. Öğrencilerin üzerine atılan bombayı Ülkü Ocakları 2. Başkanı Abdullah ÇATLI'nın temin ettiğini söyledi. Ali YURTARSLAN'a göre ÇATLI orduda görev yapan bir yüzbaşıdan 7 tane TNT kalıbı temin etti. Bu TNT'lerin bir bölümü İstanbul'da bir bölümü ise Ankara'da kullanılmıştı. ÇATLI ismi ilk defa bu şekilde kamuoyu tarafından duyuldu. (4, s.72)Olayın Değerlendirmesi: Olayda, suçlunun takibine amirleri tarafından müdahale edildiğini belirten görevli polisin beyanları, yıllar sonra ortaya çıkan ve yargılanıp ceza alan fail Zülküf İsot’un eylemi polisin kendisine yaptırdığını belirten beyanları, olayın oluşu, o tarihlerde POL-DER ve POL-BİR olarak bölünmüş olan polis içerisindeki görevlilerin de kullanılması ile toplumda kaos oluşturmak ve yönetimi ele geçirmek isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.1.4. 1978 Sivas Olayları3 Eylül 1978 günü saat 11'de Alibaba Mahallesinde Osman Çevikdoğan ve Mustafa Karaaslan'ın çocukları arasında başlayıp sonradan ana ve babaların katılmasıyla büyüdüğü, olayların Kolej mevkiinde devam ederek yayıldığı, kentin farklı yerlerinde Alevi ve Sünni vatandaşların gruplar oluşturarak birbirlerine taş, sopa ve silahlarla saldırarak çatışmaya başladıkları görülmüştür. Çatışmaların başlangıcında Alevi vatandaşlardan 2 kadın ateşli silahla öldürülmüştür. Olayın kışkırtıcıları olan kişiler "Kanımız aksa da zafer İslamındır, Milliyetçi Türkiye, Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm, Komünistler Moskova'ya" şeklinde sloganlar atmışlardır. Atılan sloganların etkisiyle galeyana gelen kitleler vilayetteki Vali Konağı, Belediye, polis karakolları, polis lojmanları ve önceden belirledikleri ev ve işyerlerini tahrip ederek yağmalamışlardır. Çıkan yangınları söndürmeye gelen itfaiyecilerin de su hortumlarını keserek yangınlara müdahale etmesini engellemişlerdir. (Erzurum-Kars ve Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesinin 1980/2 Esas, 1981/221 Karar sayılı ve 7 Temmuz 1981 tarihli kararı, Sayfa:50,51) Takviye kuvvet olarak gelen Askeri araçlar tahrip edilmiştir. Sivas Valisinin sürekli olarak silah kullanılarak bu saldırganların engellenmesini emretmesine rağmen bu emir görevlilerce tam olarak yerine getirilmemiştir. (Erzurum-Kars ve Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesinin 1980/2 Esas, 1981/221 Karar sayılı ve 7 Temmuz 1981 tarihli kararı, Sayfa:51) 3-4 Eylül 1978 tarihlerinde 2 gün devam eden olaylarda şehirde adeta bir iç savaş görüntüsü meydana gelmiş, olaylar Yurtiçi Doğu Bölge Komutanlığının müdahale etmesiyle kontrol altına alınmıştır. Olaylarda 1 kişi araç altında kalarak, 10 kişi ise ateşli silahlarla vurularak ya da linç edilerek öldürülmüştür. Olaydan birçok kişinin de silah, delici ve kesici aletlerle yaralandığı, 6 işyeri, 8 meskenin tahrip edilmesinden sonra 351 işyeri ve 97 adet mesken tahrip edilmiştir. (Erzurum-Kars ve Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesinin 1980/2 Esas, 1981/221 Karar sayılı ve 7 Temmuz 1981 tarihli kararı, Sayfa:51) 1978 Sivas Olaylarının yargılamasını yapan Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri 2 Nolu Mahkemesinin yapmış olduğu tespitlere göre; bazı güvenlik güçlerinin beyanında, Sivas'a dışarıdan toplulukların getirildiği belirtilmiş, Sivas'a gelen militanların Alevi vatandaşlara ait işyerleri, ev, arsa, arabalar, sokak ve kapı numaralarını kırmızı boya ile işaretledikleri, Tugay Komutanlığına gelen bir emirde Sivas'ta olayların çıkabileceği belirtilerek tedbirlerin alınmasının istendiği, yetkililerin ise sorulduğunda, kendilerine herhangi bir bilginin intikal etmediğini söyledikleri belirtilmiştir. (Erzurum-Kars ve Artvin illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesinin 1980/2 Esas, 1981/221 Karar sayılı ve 7 Temmuz 1981 tarihli kararı, Sayfa:57) Sivas olaylarından sonra Devlet Bakanı Enver Akova 30/09/1978 tarihli Milliyet Gazetesine yapmış olduğu açıklamada, "Sivas halkının kesin olarak olaylara karışmadığını, dışarıdan gelen gruplar tarafından olayların çıkarıldığını…Aşırı uçların silah aldıkları kaynakların kesin olarak saptandığını, bu kaynakların aynı olduğunu" belirtmiştir.Olayın Değerlendirilmesi:1978 Sivas Olaylarında Devlet Bakanı Enver Akova'nın Sivas halkının olaylara karışmadığını, aşırı uçların silah aldıkları kaynakların aynı olduğu yönündeki beyanları, bir kısım güvenlik güçlerinin Sivas'a dışarıdan toplulukların getirildiğine ilişkin beyanları, Sivas'ın demografik yapısı itibariyle Alevi ve Sünni vatandaşların birlikte yaşaması nedeniyle provokatif eylemler için uygun olması, olayda Malatya, Maraş ve Çorum olaylarındakine benzer şekilde Sünni vatandaşları, Alevi vatandaşlar aleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılmış olması hususları gözetildiğinde, olayın ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmıştır.1.5. Kahramanmaraş Olayları19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş'ta meydana gelen olaylar 12 Eylül sürecine giden yolda önemli dönüm noktalarından biridir. Kahramanmaraş Olayları 12 Eylül 1980 askeri darbesinin nedenlerinden biri olarak görülmektedir. 1978 yılının Aralık ayının ikinci haftasında Kahramanmaraş sokaklarında ilginç bir hareketlilik vardı. Nüfus memuru olduklarını belirten görevliler Alevilerin yoğun olduğu mahalle ve semtlerde dolaşıyor, sözde yeni sayım için numaralandırma yapıyorlardı. Gidilen evlerin kapısı kırmızı boya ile boyanıyordu. Bunun nedeni bir hafta sonra anlaşılacaktı. (3, s.55) Olayların kıvılcımı bir sinema salonunda ateşlendi. Şehirdeki Çiçek Sinemasında 15 gün öncesinden gelecek program olarak "Zeynel ile Veysel" filminin gösterileceği belirtilmişken, Ülkücülerin gözdesi olan Stalin zulmünden kaçan Kırım Türklerinin anlatıldığı "Güneş Ne Zaman Doğacak" adlı film 16 Aralık 1978 tarihinde gösterime girdi. 19 Aralık günü saat 20:00 seansının sonuna doğru sinema salonunda patlayan bomba ile bir anda "Bombayı solcular attı" söylentisi bir anda kentin her tarafına yayıldı. (3, s.56) Bombalama eyleminin solcular tarafından yapıldığını ileri süren bir grup sağcı CHP il merkezine PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına hücum ettiler.20 Aralıkta bu kez Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesine bomba atıldı. Kıraathanenin bombalanmasının üzerinden 24 saat geçmeden sağcı bir vatandaşın evi bombalandı. Akşam saatlerinde de sol görüşlü Mustafa YÜZBAŞIOĞLU ve Naci ÇOLAK isimli 2 öğretmen katledildi. (3, s.56) Bu 2 öğretmenin cenazesine katılmak üzere çeşitli çevre illerinden gelen 10.000'e yakın vatandaşın katıldığı cenaze töreninde, sağ görüşlü vatandaşlar da karşı kitlesel grup oluşturdular. Ölen öğretmenlerin cenazeleri Alevi mahallesi olan Yörük Selim'in hemen bitişiğindeki Devlet Hastanesinde idi. Hastane önünde solcu ve Alevilerden oluşan kalabalık giderek artıyor, ancak cenazeler bir türlü verilmiyordu. Şehrin bir başka tarafında ise sağcılar ve onların kışkırttığı Sünni vatandaşlar toplanmaya başlamıştı. Günlerden cuma idi. Cemaatin Cuma namazından çıktığı saatlerde cenazelerin teslim edilmesi ile Alevilerden oluşan büyük bir kitle şehrin merkezine doğru harekete geçti. (4, s.81) 25 Aralık 2011 tarihli Radikal Gazetesine açıklama yapan Hamit Kapan "Cenazelerin defnedilmesi için hazırlıklara başladık. Özellikle Cuma namazının çıkışına denk getirildi cenazenin teslimi... Hastane Başhekimi Çetin Diker'in önemli bir yönlendirmesi oldu. Cami çıkışına denk getirilmesini sağlayan odur... Hastanede bekleyen grubun önünde Maraş giysisi giymiş insanlar vardı. Ben doğma büyüme Maraşlıyım. O insanların Maraşlı olmadığını yüz metre öteden anlarım. Onlar grubu galeyana getirip mahalleye saldırtmayı başardılar." şeklinde beyanda bulunmuştur. Cenaze için gelenler, cenazeler Ulucamiye getirilene kadar o bölgedeki evleri yağma ettiler.(3, s.56) Bu kargaşada 3 Sünni genç solcuların açtığı ateşle öldürüldü.(4,s.82) Cenazenin götürüldüğü camideki topluluk ölenlerin cenaze namazlarının kılınmasına engel oldular. Öldürülen 3 Sünni gençle ilgili 22 Aralık gecesi belediye hoparlöründen ”Üç Müslüman din kardeşimiz komünistler tarafından öldürüldü. Bunların kanı yerde kalmayacak” şeklindeki anons kentte infiale yol açtı. Askerler yayının yapıldığı belediyeye ait yayın odasına gittiğinde kimseyi bulamadı. Kime sorduysa yayını kimin yaptığını tespit edemedi. (Radikal Gazetesinin K.Maraş olaylarıyla ilgili yazı dizisi, 23/12/2011) Cenaze törenine gelenlerin camileri ateşe verdiği söylentisi şehrin Sünni mahallelerinde hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı gruplar Kahramanmaraş'ın Alevi mahallelerine hücum etti. Günlerce süren çatışma ve saldırılarda 105 kişi öldü. 176 kişi yaralandı. 210 ev ve 70 işyeri tahrip edildi. Birçok kadın tecavüze uğradı. 25 Aralıkta Kayseri ve Gaziantep'ten getirilen askeri birliklerin müdahalesiyle olaylar önlenebildi. (3, s.57) 19-26 Aralık 1978 tarihlerindeki Kahramanmaraş olaylarının yoğun olarak devam ettiği 3 gün boyunca olaylara ne jandarma ne de polisin müdahale etmediği, olayın görgü tanıklarınca ifade edilmiştir. (Gazeteci Mehmet Ali BİRAND tarafından hazırlanan 12 Eylül Belgeseli, DVD olarak dosyada bulunmaktadır). Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Otelinde 19-20 Aralık 1978 tarihlerinde kalan ve kendilerini milli piyangocu olarak tanıtan 26 değişik isimli şahsın, Milli Piyango İdaresinden alınan 26 Ocak 1979 tarih ve 013/653 sayılı yazıları ve ekindeki belgelerden ne sabit ne de seyyar bayi olmadıkları, üstelik yine yazı ekindeki belgeden 1978 Aralık ayında piyango çekilişlerinin sadece 9 ve 31 Aralık tarihlerinde yapıldığı, olayların olduğu tarihlerde çekiliş bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu hususlar dikkate alındığında bu kişilerin halkı kışkırtmak için kente getirilen militanlar olduğu kanaati oluşmaktadır. (Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı tarafından özel bir ekibe hazırlattırıldığı belirtilen rapordan, Yeni Gündem Dergisi, Sayı 38, Sayfa 10, 1986, Ayrıca bkz. 22 Aralık 2011 tarihli Radikal Gazetesi) Şüpheli Kenan EVREN (Genelkurmay Başkanı): "Ama sıkıyönetim yok ki. Daha sıkıyönetim ilan edilmiş değil Türkiye'de. Onun için oradaki Emniyet Güçleri ancak bunlarla ilgiliydi...", “Kuvvetim yoktu orada askeri birlik yok, yani orada bu işe müdahale edecek askeri birlik yok…” diyordu.(4, s.86) 5442 Sayılı İl idaresi Kanunun 11.maddesinde (29/08/1996 tarihli değişiklik öncesi) “ Vali, il içindeki kolluk kuvvetleriyle bastırılamıyacak olağanüstü ve âni hâdiselerin cereyanı karşısında kalırsa en yakın askerî «kara, deniz, hava» kuvvetleri komutanlarına mümkün olan en seri vasıtalarla müracaat ederek yardım ister ve bunu yazı ile de teyit eder. Bu talep derhal yerine getirilir” şeklinde düzenleme bulunmaktaydı. Olayların ikinci günü dönemin Kahramanmaraş Valisi tarafından takviye asker kuvveti talep edilmiş olmasına rağmen talep dikkate alınmamıştır.(1 nolu delil DVD’si) Ayrıca olayların ikinci günü Kahramanmaraş’a gelen ve eylemcilere müdahale edilmesini isteyen zamanın İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ya 2. Ordu Komutanı İbrahim Şenocak “Paşam, sizi severim ve sayarım ama emirleri Ankara’dan alırım” demiştir. (Radikal Gazetesinin K.Maraş olaylarıyla ilgili yazı dizisi, 22/12/2011) Nitekim birçok kişinin ölümünden sonra olaylara ikinci ordu birliklerinden değil, Kayseri ve Gaziantep’ten getirilen askeri birliklerce 25 Aralıkta müdahale edilmesi İçişleri Bakanı ve Valinin beyanlarını doğrulamaktadır. Söz konusu Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit “Bazı çevreler bizi ısrarla ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardı. Kahramanmaraş olayları CHP’nin kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tahriklerinin sonucuydu. Nitekim zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem. Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı.” (Kaynak: Donat, Yavuz Donat’ın Vitrininden I,s.281- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.71) dediği, Başka bir yerde ise Bülent ECEVİT: "Bizi sıkıyönetim ilanına mecbur etmek için o olayın çıkarıldığı kanısındayım. Acı bir gerçek şu ki, vilayet binasına bile, içinde İçişleri Bakanımız varken, civarda bulunan Silahlı Kuvvetler birlikleri bir türlü bizim yetkimiz yok gerekçesiyle olaya karışmak istemediler." demiştir.(4, s.86) Maraş Olayları ile ilgili tanıkların anlatımları şu şekildedir: (4, s.81-82) Mehmet TANIR: "O arada cuma namazına gelmiş halk, namaz bittikten sonra dağılmıyor. Bunlar gitsinler, namazını madem böyle diyorlar nerde kıldırıyorlarsa kıldırsınlar. Gitsinler mezarlıkta kıldırsınlar. Cenazelerini defnetsinler diye camiye sokmak istemiyorlar." Mehmet TAŞKESEN: "Ulu Camii'ye yakın yere gelirken burada birikmiş adamlar oradan taşlar atıyorlar, tahtalar fırlatıyorlar... Komünistlerin cenazesi kılınmaz, falan etmez şudur budur diye sloganlar atıyorlar." Ahmet ARAS (Öğretmen): "Oraya geldiğimizde taş saldırıları ve silah sesleri ötmeye başlamıştı. Cenazeler omuzlardan düşerek yerde kaldı. Tamamen bir ablukaya girmiştik." 23 Aralık 1978 günü sağcılardan ölen 3 kişinin cenazesi kaldırılacaktı. Vali Tahsin SOYLU, sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak bunu belediye hoparlöründen bir türlü duyuramadı. Oysa duyurabilseydi belki katliamlar önlenebilecekti. (4, s.83) Tanıkların diğer anlatımları ise şu şekildedir: (4, s.83-86) Mehmet TAŞKESEN: "Vali 2 öğretmenin cenazesi yarım kaldı. Buna sureti katiyede izin vermem der. Fakat buna rağmen belediye hoparlöründen yayın memuru devamlı şu yayını yapar: Şehitlerimizin naaşı hastaneden alınacak ve tören yapılacaktır. Tüm Kahramanmaraş halkı cenaze törenlerine davetlidir diye beyanlarda bulunur." Ökkeş KENGER (ŞENDİLLER): "Anonsta 3 tane sağ görüşlü vatandaşın şehit edildiğini, bunların cenazesini almak üzere hastaneye gidileceğine dair, altında 8-10 tane gönüllü kuruluşun, baro dahil, işte belediye dahil, sağ görüşlü partiler dahil, hepsinin isminin olduğu bir anons, ama o anonsu kimin yaptırdığı, anonsu kimin götürdüğü ortaya çıkmadı, o da enteresan bir olay bize göre..." Mehmet KAPAN: "Allah Allah diye bir hikmet bir alamet, ben böyle bir şey görmedim ben hiç... Önde gelenlerin hepsi yüzü maskeliydi. Arkadan gelenlerin kimisinin elinde balta, kimisinin de elinde... kimisinin elinde kılıç, Allah Allah diye geliyorlardı." Mehmet TANIR (MHP İl Başkan Adayı): "Ateş ediliyor, karşılıklı insanlar ölüyor, bazı evler yanıyor, polis yok, jandarma yok, asker yok, müdahale yok... Müdahale edin, asker gönderin, bana verilen cevap, askerimiz yok." Ökkeş KENGER (Kahramanmaraş olayları ile ilgili yargılandığı, davada): "Tayyar diye bir paşa vardı. Sıkıyönetim paşasıydı o. Onun bize çok enteresan bir ifadesi var. Ben bunun mahkemede de ısrarla üzerinde durdum. Gelip ifade dahi vermedi. O zaman Tugay komutanı idi. Tuğgeneraldi. Bir arkadaşım daha vardı benim. Yunus İLHAN diye. Beraber gözaltına alınmıştık. O Maraş'taydı. İkimizi beraber çağırdı. Bizim rahmetli Tahsin ÜNAL diye eski Harp Okulunda tarih hocasıydı. MHP Genel İdare Kurul üyesi idi. Tahsin hoca geldi bize, önce babamla filan görüşmüş. Demiş ki, 'Bu Tayyar Paşa çok milliyetçi bir adam. Gelsinler ifadelerini versinler, gitsinler.' Bize öyle bir haber geldiydi. Tabi bu 30 gün geçtikten sonra Tayyar Paşa bizi çağırdı huzuruna, önce dedi ki 'Siz ne biçim Milliyetçisiniz, ne biçim Ülkücüsünüz, size böyle mi emir verildi. Yüzünüze gözünüze bulaştırdınız.' diye bizi fırçaladı." Kahramanmaraş olaylarında da Malatya'daki olaylardakine benzer şekilde "Aleviler sularımızı zehirledi" , "Aleviler Ulu Camiiyi yakıyorlar." söylentileri yayıldı. (4, s.84) Dönemin Kahramanmaraş Belediye Başkanı Ahmet Uncu 22/12/2011 tarihli tanık olarak alınan beyanında, 25 Aralık 1978 Cuma günü Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanı ve birliklerin Kahramanmaraş’a geldiklerini, askerlerin zamanında geldiğini, Emniyet Müdürünün o tarihteki emniyet içerisindeki bölünmeye göre POL-DER üyesi olduğunu, valiyi de etkileyerek polisi olayların dışında tuttuğunu, Maraş’ı sokak sokak bilen bu kuvvet çekildiğinde de askerlerin yabancılık çektiğini belirtmiştir. Tanık beyanında, il dışından gelen askeri birliklerin zamanında ve 25 Aralık 1978 günü geldiğini belirtmiş ise de, olaylar 19 Aralık günü başlamış ve en çok zayiatın verildiği günler 25 Aralık öncesi tarihlerdir. Bütün kaynaklarda ve beyanlarda da askeri birliklerin olayların en yoğun yaşandığı 3 gün müdahalede bulunmadıkları belirtilmektedir. Bu nedenle tanığın askerlerin olay yerine zamanında geldiklerine ilişkin beyanları diğer bütün beyanlar ve kaynaklardaki ifadelerle çelişmektedir. Zaten kaynaklarda da olaya 25 Aralık 1978 günü Kayseri ve Gaziantep’ten gelen askeri kuvvetlerin müdahale ettikleri ifade edilmektedir. Olayların devam ettiği günlerde özellikle polisin hedef alındığı gerekçesiyle polis-halk çatışması çıkmaması adına, polisin olaylardan tamamen el çektirildiği belirtilmektedir. (1 nolu delil DVD’si) Bu bilgi tanık Ahmet Uncu’nun Emniyet Müdürünün Valiyi de etkileyerek polisi olayların dışında tuttuğu şeklindeki beyanını doğrulamaktadır. Günlerdir devam eden olayları önlemekte yetersiz kalan askerin yardım çağrısı dikkate alınmamış, şehre takviye askeri kuvvet gönderilmemiştir.(13) Olayı yaşayanlardan Bejan Matur, 25 Aralık 2011 tarihli Radikal Gazetesinde yayınlanan açıklamasında, "Kayseri Tugayından askerleri bekliyorduk. Asker, Devlet... hiç kimse gelmedi. Her şey bittikten sonra askerlerin geldiğini, sıkıyönetimin ilanını hatırlıyorum." şeklinde beyanıyla takviye için askerlerin zamanında gelmediğini belirtmiştir. Olayda öldürülen öğretmenlerden Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun ağabeyi Mehmet Yüzbaşıoğlu 25 Aralık 2011 tarihinde Zaman Gazetesinde yayınlanan açıklamasında, yaşananların Sağcılık-Solculuk veya Alevilik-Sünnilik meselesi olmadığını belirterek, "Bir proje vardı ve Maraş'ın etnik yapısı müsaitti, olaylar büyütüldü... Millet birbirini kırıyordu, kardeş kardeşi öldürüyordu. O gün devlet yoktu Maraş'ta. Tedbir alınsaydı böyle olmazdı." demiştir. Dönemin Elazığ Valisi Güngör Aydın 24 Aralık 2011 tarihinde Zaman Gazetesinde yayınlanan açıklamasında, o dönemde 5 hassas il olduğunu, bu illerin Maraş, Elazığ, Erzincan, Sivas ve Malatya olduğunu belirterek, "5 ilde ayrı ayrı Alevi toplu kırımı yaratılması planlanmıştı. Kontrgerilla da bu hadiseleri başlatmak için Elazığ'ı seçti." diyerek, kontrgerillanın kendisinin görevden alınması için talepte bulunup, açıkça tehdit ettiğini, kendisinin Antalya'ya atandığını, kentte nifak tohumları atmak için çokça denemeler yapıldığını, bunlardan bir tanesinin gece yarısı yapılan "Elazığlılar suyumuza zehir atılmıştır" anonsu olduğunu, daha sonra tutuklanan bu kişilerin kontrgerillanın kontrolünde olan insanlar olduğunu, o dönem tedbirler alınabilseydi Maraş'ta olayların yaşanmayacağını, görevden alındıktan sonra Başbakan Bülent Ecevit'e konuyla ilgili alınması gereken önlemlere ilişkin sunum yaptığını, 5 ilde bütün kadroların demokrasi ve sivil yönetimi savunan isimlerden oluşturulmasını istediğini, ancak önlemlerin alınmadığını belirtmiştir. O dönemde Maraş'ın Pazarcık ilçesine bağlı Alevi köyü olan Hanobaşı'nda öğretmenlik yapan Akif Dalgaç 24 Aralık 2011 tarihinde Zaman Gazetesinde yayınlanan açıklamasında, "Arkadaşımın dükkanı olayların olduğu caddedeydi. Camlar kırılmasın diye kepenkleri kapattık. Üst katın penceresinden yürüyüşü izledik. Tanımadığımız insanlar vardı. 'Ordu millet el ele' sloganlarıyla ilerleyen topluluğu bir subay elleriyle 'gel gel' işareti yaparak Ulu Camiiye çekiyordu. O asker resmen topluluğu yönlendiriyordu." demiştir. Olayların ardından 26 Aralık 1978 tarihinde İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Şanlıurfa'da toplam 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Kaynaklarda ve tanık beyanlarında kısmi çelişkiler bulunsa da, esas olarak Kahramanmaraş olaylarında Emniyet kuvvetlerinin olaylara müdahaleden el çektirildiği, Kahramanmaraş’taki Valinin emrindeki Askeri birliklerin ise olayın en yoğun yaşandığı günlerde müdahalede yetersiz ve pasif kaldıkları, il dışından talep edilen Askeri birliklerin olayların yoğun olarak yaşandığı günlerde gelmedikleri, büyük kayıplar yaşandıktan sonra ancak 25 Aralık 1978 tarihinde müdahalede bulundukları anlaşılmıştır.Olayın Değelendirilmesi:100’den fazla kişinin öldüğü, 150’den fazla insanın yaralandığı, bir çok evin yakılıp yıkıldığı vahim nitelikteki Kahramanmaraş olaylarında, dönemin İçişleri Bakanını ve Valisinin yardım taleplerine olumsuz cevap verilmesi, olaylara müdahale için çevre illerden gelebilecek askeri birliklerin 25 Aralık tarihine kadar gelmemesi, Başbakan Ecevit’in, olaylarda Askeri birliklerin pasif kaldığına ve içinde İçişleri Bakanı bulunan aracın korunması konusunda bile etraftaki askeri birliklerin yardım etmedikleri yönündeki beyanları, olayların yoğun olarak cereyan ettiği son 3 günde polisin olaylardan el çektirilmesi, ildeki askeri birliklerin ise yetersiz ve pasif kalmaları nedeniyle olaylara etkin müdahale edilmemesi, Tayyar Paşa adındaki Tuğgeneralin, Ökkeş Kenger”e söylediği “Siz ne biçim Milliyetçisiniz, ne biçim Ülkücüsünüz, size böyle mi emir verildi. yüzünüze gözünüze bulaştırdınız.” şeklindeki sözleri, infiale neden olan anonsu kimin yaptığının tespit edilememesi, kendisini milli piyangocu olarak tanıtan 26 kişinin bulunamaması, ölen 2 solcu öğretmenin cenazelerinin hastaneden tesliminin Cuma namazı saatine denk getirilmesi, dönemin Elazığ Valisinin kontrgerilla tarafından tehdit edildiğini belirtmesi, Pazarcık ilçesinin köyünde öğretmenlik yapan Akif Dalgaç'ın olaya katılan grubu bir subayın yönlendirdiğini beyan etmesi hususları dikkate alındığında, olayların toplumda kaos oluşturmak ve askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, etkin güvenlik kuvvetlerince de müdahale edilmediği kanaatine varılmaktadır.1.6. Gazeteci Abdi İPEKÇİ'nin Öldürülmesi1 Şubat 1979 tarihinde terör bu kez Milliyet Gazetesinin başyazarı Abdi İPEKÇİ'yi hedef seçmişti. Abdi İPEKÇİ gazeteden ayrılıp Nişantaşı Emlak Caddesine geldiğinde iyice sıkışık olan trafikte evinin bulunduğu karakol sokağına dönmek üzere yavaşladığında arabasının camından sıkılan kurşunlarla öldürüldü. Katili Mehmet Ali AĞCA 5 ay sonra İstanbul'da yakalandı. Önce suçsuz olduğunu belirterek her şeyi inkar etti. Ardından da: "Mahkemeye çıkarsam herkesi ve her şeyi açıklayacağım." dedi. Gönderdiği mesaj adresine ulaşmıştı. Kısa süre sonra Mehmet Ali AĞCA, Maltepe Askeri Cezaevinden asker elbisesi giydirilerek kaçırıldı. (3, s.89-90)Olayın Değerlendirilmesi:Eylemde tetikçi olarak kullanıldığı anlaşılan Mehmet Ali Ağca’nın kendisine eylemi yaptıranları açıklayacağına dair yapmış olduğu açıklamadan sonra Maltepe Askeri Cezaevinden asker elbisesi giydirilerek kaçırılması, ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını göstermektedir. 1.7. Çorum OlaylarıÇorum Olayları öncesi Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak yerine Tunceli'de görev yapmış olan Nail BOZKURT getirildi. Milli Eğitim Müdürlüğüne MHP'li Fethi KATAR atandı. Çorum Valiliğine ise Rafet ÜÇELLİ getirildi. 40'a yakın polis memurunun ataması başka illere yapıldı. 1980 yılındaki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları hazırlıklar sırasında kızların kıyafetleri öne sürülerek, "Müslüman, namusuna sahip çık." başlıklı ve şu ibarelerle devam eden tahrik edici bildiri dağıtıldı: "19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın, iffet ve hayasına kahpece ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor. İçimize kan akıtılıyor." , "Yine müslüman evladı kan ağlamaya, kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir. Bin yıllık mübarek tarihimize bundan daha büyük bir leke sürülebilir mi? Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ana karnından çocuk çıkaran zihniyetle, bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut, yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu hadis-i şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile cihat edenlere... İslami Gençlik" (3, s.75-79) 27 Mayıs 1980 tarihinde MHP'nin ileri gelenlerinden Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK öldürüldü. Bu suikastın ardından Gün SAZAK'ın komünistler ve solcular tarafından öldürüldüğünün ortaya atılması üzerine, Türkiye'nin her tarafında büyük protesto eylemleri yapıldı. (3, s.79) Daha önce Kahramanmaraş ve Malatya'da ortaya konan kaos senaryosu bu kez Çorumda sahnelendi. Kentin Alevi mahallelerine saldırı yapıldı. İlk saldırılarda 4 kişi öldü. 100'den fazla ev ve işyerine zarar verildi. Diğer senaryolarda olduğu gibi Alaattin Camii'ne bomba atıldığı söylentisi camilerin hoparlöründen duyurularak cihat ilanı yapıldı. Suların zehirlendiği iddiası dalga dalga tüm Çorum'a yayıldı. Bu şekilde Çorum Olayları başlatıldı. (4, s.115) Çorum olaylarının yargılamasını yapan 3.Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemesinin yaptığı değerlendirmede; 4 Temmuz 1980 Cuma günü camilerde halkın Cuma namazı kıldığı sırada, aynı semtte bulunan tüm camilere aynı anda gelen kimliği tespit edilemeyen bir kısım tahrikçilerin önceden planladıkları gibi “Alaattin camisini bombaladılar, cami yanıyor” şeklinde söylentiyi yaymaları üzerine bir kısım cemaatin namazı terk edip evlerine koşup silahlanmak suretiyle büyük gruplar halinde teşvikcilerin görevlendirdiği kişilerin yol göstermesi ile gene önceden tespit edilen alevi ve solcu olarak bilinen vatandaşların oturdukları mahallelere baskın şeklinde saldırılar düzenlediklerini belirtmiştir. (Mahkemenin 1981/356 Esas, 1984/157 Karar Sayılı ve 05/12/1984 tarihli gerekçeli kararı, sayfa 110) Özellikle Alevi mahallelerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Alevilere ait evler ve işyerleri yakıldı. Nefretin derecesi öyle yükselmişti ki yangınlara müdahale edecek itfaiyelerin hortumları bile kesilmişti. (4, s.115) Olayların sona erdirilebildiği 10 Temmuz 1980 tarihinde resmi rakamlara göre 26 kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda vatandaş yaralanmış, evler, işyerleri harap edilmişti. Kayıp ihbarlarının sayısı ise 100'den fazlaydı. (3, s.81) Olaylardan sonra kaçırılanların cesetleri bir taraflara atılmış olarak bulundu. Ölü sayısı 33'e çıktı. Bunlardan birçoğu feci işkencelerle öldürülmüştü. Ka


AK Parti seçim stratejisini değiştiriyor




AK Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Menderes Türel, bugüne kadar yürüttükleri ve büyük başarı elde ettikleri teşkilat bazlı seçim çalışmasının yerini alacak yeni bir strateji üzerinde çalıştıklarını söyledi. Türel, yeni seçim stratejilerinin 'seçmen bazlı kampanya' olacağını bildirdi. AK Parti’nin A takımında yer alan Menderes Türel, yeni görevine getirildikten sonra Antalya’daki teşkilat üyeleriyle ilk kez bir araya geldi. Geçen hafta sonu yapılan AK Parti Genel Kurulu’nda Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK)'na seçilen, ardından da Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilen Türel, toplantının yapıldığı salona partililerin tezahüratları arasında girdi. AK Parti Antalya milletvekilleri Hüseyin Samani, Gökçen Özdoğan Enç, İl Başkanı Mustafa Köse ve yöneticilerin yalnız bırakmadığı Türel, konuşması sırasında duygulu anlar yaşadı. Bir ara gözyaşlarına hâkim olamayan Türel, “Hayatım boyunca bu duygusal konuşmaları hiç yaşamadım, yapamayacağımı da görüyorum.” dedi. Beklentisiz bir hizmet anlayışı içinde, makam ve mevki beklentisi olmadan siyaset yaptıklarını ifade eden Türel, “Bu böyle olduğu müddetçe AK Parti bayrağı inşallah burçlardan inmeyecektir. Aksi takdirde biz siyaseti makam, mevki odaklı hale getirirsek, o zaman hem bir misyon partisi olma özelliğini kaybederiz, hem de siyasi ömrümüzün kısa olmasına neden oluruz.” diye konuştu. Önlerinde 2023 yerel, 2014 cumhurbaşkanlığı, 2015 genel seçimleri olduğuna işaret eden Türel, “Önümüzdeki yerel seçim süreci bizler için son derece önemlidir. Çünkü, yerel seçimler, akabinde gelecek iki seçimin de en önemli destekleyici unsuru olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu. Yerel yönetimler seçimlerinde önemli bir sınav vereceklerini, büyükşehirlerdeki sonuçların kendileri için önemli olacağını vurgulayan Türel, AK Parti Yerel Yönetimler Başkanlığı olarak üzerinde çalıştıkları yeni seçim kampanyası hakkında şu bilgiyi verdi: “Antalya’dan başlayarak kampanyayı Türkiye genelinde teşkilat bazlı boyuttan, seçmen bazlı boyuta taşımamız lazım. Yani bize gönül veren her kardeşimizin adeta bir teşkilat temsilcisi, teşkilat üyesi gibi bu kampanyanın bir sorumlu üyesi, bir gönüldaşı gibi kendisini hissettirmek ve böylelikle bunun seçmen bazlı bir kampanyaya dönüşerek başarıya ulaşmasını sağlamak gibi bir proje üstünde çalışıyorum. Bunu uzun yıllardır çalışıyorum. Bu dönemde inşallah Türkiye genelinde bunu bu şekle nasıl dönüştürebiliriz, bunun teknik çalışmalarını yürüteceğiz. Yerel yönetimler başkanlığında çok kıymetli arkadaşlarımızla, genel başkanımız ve başbakanımızın talimatlarıyla bu konuda ciddi bir çalışma yapacağız. Antalya’da bunun en güzel örneğini, teşkilat olarak, seçmenleri dahi bir seçim kampanyası elemanı sorumluluğu içine sürükleyebiliyorsak o zaman Antalya’da tarihi başarılar, geçmişte olduğu gibi, gelecek ve yine Antalya’da ve hep birlikte Türkiye’de başarılı olacağız.” "BAŞBAKAN ANTALYA’YI UNUTTU DİYENLERE CEVAP OLDU" İl Başkanı Mustafa Köse de AK Parti kongresinin Antalya açısından ayrı bir öneme sahip olduğunu vurguladı. Kendisinin divanda görev aldığını, Antalya milletvekilleri Menderes Türel ile Mevlüt Çavuşoğlu’nun MKYK’ya seçildiğini hatırlatan Köse, “Başbakanımızın Antalya’yı unuttuğunu, ihmal ettiğini düşünenler çok güzel bir cevap almış oldu. İki milletvekilimin MKYK’ girmiş olması 'Antalya kongreye damgasını vurdu' şekilde yorumlandı. Böyle tarihi bir kongrede Antalya’ya bu denli önem verilmesi bizi son derece mutlu etti.” diye konuştu. adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


27 Şubat 2013 Çarşamba

Büyükşehirlere değil Türkiye'nin eyaletlere ayrılmasına karşıyız




MHP Genel Başkan Yardımcısı Ruhsar Demirel, büyükşehirlerin karşısında olmadıklarını belirterek, “Büyükşehir Yasası adı altında Türkiye'nin eyalet yapısına, federatif yapıya götürülmesine karşıyız.” dedi. MHP Adana İl Başkanlığı’nda, Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz, İl Başkanı Mustafa İzgioğlu ile birlikte basın toplantısı düzenleyen Demirel, bol seçimli bir döneme girildiğini belirterek, amaçların tüm seçimlerden en yüksek oyu alarak çıkmak olduğunu söyledi. 2014 ve 2015'in seçim yılları olduğunu hatırlatan Demirel, 30 Mart 2014'te yerel seçimlerin, ardından Cumhurbaşkanlığının, 2015'te de genel seçimlerin yapılacağını ifade etti. Bir referandum olmazsa, en yakın zamanda yerel seçimlerin yapılacağını dile getiren Demirel, “MHP olarak bu seçimde, bütün illerde bütün seçim bölgelerinde en yüksek oyu almak ve bütün belediyeleri de kazanmak amacıyla yola çıktık. Bu dönemde TBMM'de bazı yasal düzenlemeler oluyor. MHP olarak, bu düzenlemelerle ilgili düşüncelerimizi, çekincelerimizi ifade ettik. Bundan sonra neden çekince duyduğumuzu, neden istemediğimizi daha çok anlatacağız.” diye konuştu. Getirilen değişikliğin adı her ne kadar 'Büyükşehir Belediyesi Yasası' olsa da bu durumun hiçte öyle gözükmediğini vurgulayan Ruhsar Demirel, “MHP büyükşehirlerin karşısında olan bir parti değil. Büyükşehir Yasası adı altında Türkiye'nin eyalet yapısına, federatif yapıya götürülmesine karşıyız. Türkiye'nin birliğine inanan herkes de buna karşı çıkacaktır ve çıkıyor. Yerel seçimlere giden süreçte, yeni çıkarılan ve bazı illeri kapsayan bazılarını ise hiç içine almayan bu yasal düzenlemeye neden karşı çıktığımızı tekrar tekrar vatandaşlarımıza anlatacağız. Sürekli gündemde tutulmaya çalışılan ‘başkanlık’ sistemiyle ilgili de bazı çekincelerimiz var. Devlet ve millet bütünlüğümüzü sarsacak her türlü düzenlemeye neden karşı olduğumuzu tüm Türkiye’ye anlatacağız.” açıklamasında bulundu. adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri yerel seçimler yerel seçim sonuçları2014 yerel seçim2014 yerel seçim sonuçlarıAdana yerel seçimleri Adana yerel seçim sonuçlarıadana 2014 yerel seçimAdana 2014 yerel seçim sonuçları30 mart 2014 yerel seçimler 30 mart 2014 yerel seçim sonuçları2014 yerel seçim2014 yerel seçim sonuçları


Kocaoğlu: Yüzde 90 adayım




İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, belediye ve bağlı şirketleri ile İZSU ve ESHOT’un üst düzey yöneticileriyle biraraya geldi. Kültürpark Atlas Pavyonu’nda düzenlenen toplantıda konuşan Kocaoğlu, 2014 yılında yapılacak belediye seçimlerinde aday olmayacağını yönündeki fikrinden vazgeçtiğini, yüzde 90 yeniden aday olacağını açıkladı.Bazı kişilerin aday olmama kararı üzerine beklenti içine girdiğini belirten Başkan Kocaoğlu, “Çok gariptir ki benim 10 sene yaptıktan sonra başkanlığı 2014’te bırakma şeklindeki düşüncelerimin, bazı toplantılarda ve arkadaş grupları içindeki belli yerlerde, farklı noktalara çekildiğini gördüm. Oysa aday olmamak demek, işi bırakmak demek değildir. Tam tersi daha çok çalışarak, layık olup o şekilde gitmek demektir ama bunu duyan insanlar, her taraftan çeşitli pozisyonlar almaya, çeşitli söylemlerde bulunmaya çalıştı. Cuma günü, yani 13 Nisan gününe kadar ‘yüzde 90 aday olmamak, yüzde 10 da kaçınılamaz olursa’ diye bir duruşum, değerlendirmem vardı ama bu 9 günlük dava sürecinde, daha öncekiler de beraber olmak üzere öyle enteresan işler, o kadar gönül kırıcı, o kadar vefadan uzak davranışlar gördüm ki şimdi düşüncem değişti maalesef. Onlar adına üzgünüm. Şimdiki kararım yüzde 90 aday olmak, yüzde 10 aday olmamak. Siyaset denilen şey, işte böyle bir şey. Girmek senin elinde ama çıkmak senin elinde değil. Onun için yaşayıp göreceğiz. Bir taraftan biraz önce bahsettiklerim, bir taraftan mahkeme süreçleri bizi belli şeylere zorluyor. Yine de aklıselimle düşünüp değerlendirmemiz ve sağduyulu yaklaşmamız gerekiyor.” dedi.İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bakın bir senedir, belediyede iğneyle kuyu kazıyoruz. Moral vermeye çalıştık. Defalarca konuştuk, toplandık; madem geminin kaptanıyız, herkesten fazla risk almaya, sorumluluk üstlenmeye çalıştık. Yasal olmayan bir şey varsa sizden kimse bugüne kadar 8 senedir istemedi, iki sene içinde de istemeyecek. Ona göre değerlendirelim. Biz bu yolda yürüyeceğiz; yürüyebilecek, yürümek isteyen arkadaşlar devam etsin, yürümeyecek arkadaşlar yolunu ayırsın. Bizim yönetici kadromuz, arkadaşlarımız şu bir senedir verdikleri sınavdan çok başarılı çıktı. Mevzuata hakimiyetleri, ahlâki değerlere sahip çıkmaları, ülkesini, kentini seven, erdemli insanlar olduklarını zaten tüm Türkiye’ye ilan ettiler. Buna devam etmek zorundayız. Yapmamız gereken, stratejik planda yer alan ve 2014’e kadar belirli mesafe almamız gereken işlerimiz var, onlara hız vermemiz gerekiyor. Hep birlikte yüklenmemiz gerekiyor, hızlı bir şekilde. Hesabını veremeyeceğimiz hiçbir işi yapmayacağız ama hesabını vereceğimiz işi de göğsümüzü gere gere yapacağız. Hakkımızda hayırlı ne ise o olacak. 8 senedir yol arkadaşlığı yaptığınız için ve 2 sene daha, 2014 seçim dönemine kadar verdiğiniz ve vereceğiniz destekler için, bu kente, kentliye, ülkenin en aydınlık, en sevecen, en ilerici insanlarına hizmet etmek onurunu birlikte yaşadığımız için sonsuz teşekkür ederim. Başarmak, çalışmak, omuz omuza birlikte olmak ve bu kentin insanlarına layık olmak umut ve dileğiyle yolumuz açık olsun.”adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


Yurtdışında yaşayan vatandaşlar bulundukları yerde oy kullanabilecek




Yurtdışında yaşayan vatandaşlar da ülkenin ve şehrin adına göre değil Türkiye'de olduğu gibi adrese dayalı kayıt altına alınacak. Yurtdışındaki seçmenler, temsilcilikler ile yerel makamların uygun göreceği yerlerde kurulacak seçim sandıklarında oy kullanabilecek. Sandık kurulları tarafından her gün oy verme süresinin bitiminde sandık açılarak çıkan oy zarfları açılmadan adedi, oy kullanan seçmen sayısı ve bunların birbirine uygunluğu tutanakla tespit edilecek. TBMM Anayasa Komisyonu'nda kabul edilen 'Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı' ile yurtdışında yaşayan vatandaşların bulundukları yerde oy kullanmalarının yolu açılıyor. Seçmen listeleri, yurtdışı seçmen kütüğü esas alınarak Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından oluşturulacak ve elektronik ortamda ilan edilecek. Yurtdışı seçmenlerin oy kullanmasında, sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinin birlikte veya ayrı ayrı uygulanmasına ise seçim türüne ve yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınarak, YSK tarafından karar verilecek. Oy kullanma işlemlerinde ise Dışişleri Bakanlığı'nın bilişim altyapısından faydalanılacak.Seçmenler, yurtdışı temsilciliklerde ve ihtiyaç duyulması halinde yerel makamların uygun göreceği diğer yerlerde kurulacak sandıklarda oy kullanacak. Seçimin yapılacağı günün 45 gün öncesinden başlamak üzere YSK tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde düzenlenen oy verme gün takvimine göre, seçim gününden önceki 5. gün saat 17.00'ye kadar oy kullanılabilecek. Ancak, yabancı ülkedeki seçmen sayısı gözetilerek oy kullanma gün süresi, Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınarak YSK tarafından kısaltılabilecek.OY KULLANMADA MAHALLİ SAAT DİKKATE ALINACAK Oy kullanma saatleri ise mahalli saat dikkate alınarak 8.00-17.00 arasında olacak. Yabancı ülkenin durumu gözönünde tutularak, seçmenlerin, hangi yurtdışı temsilciliğinde tatil günleri dahil 24 saat, hangilerinde daha az süreyle oy kullanabileceğine Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınarak YSK tarafından karar verilecek.Yabancı ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı halinde ise YSK, oy kullanmanın başladığı tarihten itibaren 30 gün boyunca her seçmenin kendisi için belirlenen günlerde ve sandıkta oy kullanmasını sağlayacak. Bu süre içinde oy kullanamayan seçmenler de yabancı ülke için belirlenen son oy verme gününden öncesi 10 gün içinde belirlenen sandıkta oy kullanacak.Hangi yurtdışı temsilciliğinde ve mahalde sandık kurulacağına, sandık kurulunun hangi görevlilerden oluşacağına, Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınarak YSK tarafından karar verilecek. Sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimi, yurtdışı ilçe seçim kurulunca yapılacak. Sandık Kurulu, bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili genel seçiminde Türiye genelinde en çok oy alan 3 siyasi partinin bildirikleri birer isimden oluşacak.Siyasi partiler üye bildirmezse, eksiklik, kamu görevlileri veya seçmenler arasından seçilecek üyeyle doldurulacak. Sandık kurulu başkan ve üye seçimleri, yurt dışında öncelikle sandığın kurulacağı yerde görevli kamu görevlisi ve seçmenler arasından yapılacak. OY PUSULASI ÖZEL RENKTE BASILACAKYSK, özel olarak oy pusulası imal edecek ve özel renkte bastırılmış oy zarflarını Yurt Dışı ilçe Seçim Kurulu'na gönderecek. Yurtdışında kullanılacak oy sandıkları, oy kullanma kabinleri ve diğer araçların ebatları dahil tüm özellikleri ile bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı, yabancı ülkenin durumu gözönünde tutularak Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınarak YSK tarafından farklı olarak belirlenecek. Oy kullanacak seçmenin kimliği, Türkiye Cumhuriyet kimlik numarasını taşıyan nüfus cüzdanı, resmi belgeler veya pasaportundan belirlenecek. Bilgisayar destekli merkezi seçmen kütüğü sistemi üzerinden ise diğer yöntemlerle oy kullanıp kullanmadığı kontrol edilecek. Sandık kurulları tarafından her gün oy verme süresinin bitimi olan 17.00'de veya başka bir bitim saati belirlenmişse bu saatte sandık açılacak. Çıkan oy zarfları açılmadan adedi, oy kullanan seçmen sayısı ve bunların birbirine uygunluğu tutanakla tespit edilecek. Yurtdışı İlçe Seçim Kurulu'nca, yurt içerisinde oy verme süresi bittikten sonra, yurtdışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbaları, genel esaslara uygun bir şekilde Yurtdışı İlçe Seçim Kurulu'nun denetimi altında, sandık kurullarına açtırılarak sayım ve dökümü yaptırılacak. Tutanaklar esas alınarak birleştirme işlemlerine ilişkin tutanak düzenlenecek ve sonuçlar Ankara İl Seçim Kuruluna iletilecek. Ayrıca, geçici gümrük kapısı seçim kurullarından gelen geçici birleştirme tutanağındaki sonuçlar da kendi içeresinde birleştirilecek ve bu sonuçlar Ankara İl Seçim Kurulu'na gönderilecek.MAVİ KART UYGULAMASIDoğumla Türk vatandaşı olup çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybedenlere ve altsoylarına verilecek Mavi Kart, değerli kağıtlar arasında sayılıyor. Bu kişiler elektronik ortamda tutulan 'Mavi Kartlılar Kütüğü'ne kaydedilecek. Bu kütüğe kaydedilenler ise her türlü nüfus olaylarını yurtiçinde nüfus müdürlüklerine, yurtdışında da dış temsilciliklere beyan etmekle yükümlü olacak. Doğumla Türk vatandaşı olup çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybedenler ve üçüncü dereceye kadar olan altsoyları, istisnalar dışında Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edecek. Milli güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklı olacak. Bu madde kapsamında bulunan kişilerin seçme ve seçilme, muafen araç veya ev eşyası ithal etme hakları ile askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü olmayacak.2017 yılına kadar milletvekili seçimi, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve halk oylamalarında kimlik numarası esas alınarak veya mevcut bilgilerle Yurtdışı Seçmen Kütüğü oluşturulabilecek.adana yerel seçimler adana seçimler yerel seçimler adana seçimleri adana 2014 yerel seçimleri


ADANA 18 Nisan 1999 İl Genel Meclisi Seçimi Sonuçları











Genel Veriler



Sandık Sayısı

:

123



Seçmen Sayısı

:

21.465



Açılan Sandık

:

123



Kullanılan Oy

:

18.982



Geçerli Oy

:

18.574



Oy Kullanma Oranı

:

%
88.432



Sandık Açılma Oranı

:

%
100.000



Toplam Sandalye Sayısı

:

0







Lider Partilerin Oy Dağılımı









DYP





23.851










DSP





23.802










MHP





17.530










ANAP





15.624










CHP





9.179






















Parti

Aday Ad Soyadı

Kazanilan Sandalye

Alınan Oy










DYP



0

4.430










DSP



0

4.421










MHP



0

3.256










ANAP



0

2.902










CHP



0

1.705










FP



0

1.233










DTP



0

381










ÖDP



0

103










DP



0

46










MP



0

40










BBP



0

31










İP



0

26










LDP



0

0










EMEP



0

0










HADEP



0

0










DEPAR



0

0










YDP



0

0










SİP



0

0










BP



0

0










DBP



0

0